8. BÖLÜM ''SIR''

4.5K 414 207
                                    

⛓️

Kuşku, şüphenin kardeşiydi. İnançları zedeleyen en büyük şey ise, nefretti.

⛓️

Endişe, ruhuma sardığı kuyruğuyla göğüs kafesime baskı uygularken nefes alışverişlerim durdu çünkü alacağım her yeni nefes, ruhuma sarılan kuyruğun daha da sıkılaşması anlamına geliyordu. Yavaş adımlarla diğerlerinin yanına yaklaştım, donuk bakışlarım yürüdüğüm esnada Balamir'in yüzünde bir süre gezinmişti. Masanın başına geldiğimde bakışlarımı ahşap masanın üzerinde gezdirmeye başladım. Buraya getirildiğimiz süre zarfı boyunca keşfetmediğimiz yerlerin yanında bu masanın üzerindeki şeffaf dosyalar da vardı.

Beş adet dosya, masanın etrafına dağıtılmış beş adet sandalyenin tam önündeydi. Daire masa raflara sabitli olduğu için karşılıklı duracak şekilde konumlandırılmış dört adet sandalye vardı. Masanın ucunda da bir adet sandalye duruyordu. Diğerleri karşılıklı dizilmiş sandalyelerin başında durduğu için açıkta kalan tek sandalyenin yanına geçtim. Bakışlarım bir süre şeffaf dosyaların üzerindeki yazılarda gezindi, ardından önümde duran dosyayı elime aldım.

"Bunlar ne demek oluyor?" Diye sordu Işıl, sesindeki endişe damarlarıma sızdığında aslında yabancılık çekmemişti çünkü aynı hisle bende sarılmıştım.

"Bu annemin yarım bıraktığı kitabın adı," derken Işıl dosyayı eline alarak havaya kaldırdı ve bize gösterdi. Kitabın ismi, Kayıp idi. İsmine bakılırsa anlaşılması zor bir kurgu değildi ama annesinin kalemini bilmediğim için ters köşeye açıkta olabilirdi.

Kafam karışmıştı, içine düştüğüm ve durmak bilmeden yara aldığım bir zaman döngüsünün içerisindeydim. Her hamle, bir sonrakini anlamamı zorlaştırıyordu. Bir bulmacanın ya da bir labirentin içinde gibi hissettiren bu şey, daha önce kimsenin başına gelmemiş kulak çınlatan bir kaostu. Işıl, sürekli kafamı karıştırıyordu. Annesini sevmediğini ve bu yüzden onun işleri hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemişti, şimdi ise yarım bıraktığı kitabı tanıyor ve bunu bize söylüyordu. Diğerleri için de aynı şey geçerliydi, buna Balamir'de dahildi.

Karşımızda durak rakibimiz güçlüydü, sandığımızdan daha fazla. Hasta zihninin önündeki perdede bizleri bir kukla gibi oynatıyordu ve biz bunu bildiğimiz halde oynamaya devam ediyorduk. Elimizden gelen, yapmamız ya da kaçmamız için bir ışık yoktu. Işığı ancak biz yaratabilirdik ve sürekli düşündüğümüz bir bilmece zihnimizde gezerken bunu nasıl başarabilirdik bilmiyordum.

"Benim annemin de öyle," dedi Meriç. Neşeli tavrı bir yağmur bulutunun gökyüzünden çekildiği gibi yok olmuştu. Yağmurdan kaçtığımızı sanıyorduk, doluya tutulacağımızı fark etmiyorduk.

"Bir ortak yönümüz daha çıktı, hepimizin ailesi ölmeden önce ardından yarım bir kitap bırakmış," dedi Balamir, "Ama o psikopatın hasta zihninden geçeni hala anlamadım." Kaşlarını çatmıştı, öfke tekrar kehribar rengi gözlerinde yaşam bulmuştu. Bakışları, düz ve renksizdi. Umut kelimesinin anlamını taşımaktan oldukça uzak, duygusuzluğa ise çok yakındı.

Meriç, kıvırcık saçlarını karıştırırken elindeki dosyayı sert bir şekilde masaya bıraktı. "Allah canımı alsa da ölülerini siksem pezevengin." Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken dudaklarım da aynı anda aralandı, şu ana kadar duyduğum en ağır küfürdü ve bunu Meriç söylemişti.

Serpilemeyen TohumlarWhere stories live. Discover now