Tanıtım

31.3K 561 66
                                    

Ana hatları 7 bölümden oluşmakla beraber, kesitlerle desteklenmektedir. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin...

Şubat, 2014 tarihinde yazılmıştır. 

Uçak yavaş yavaş hızlanıp havadaki yerini almak üzere kalktığında korkudan tırnaklarımı kemiriyordum. Yükseldikçe ve belli bir güzergahta gitmek için bir sağa bir sola döndükçe korkudan ağzımdan sakızı daha hızlı çiğniyordum. Uçaklardan korkan biri olmama rağmen yinede ulaşım olarak uçakları tercih etmem saçmalıktı. Sürekli uçak mı demiştim ben öyle?

Kısa bir süre sonra yanımdaki koltuğun boş olduğuna tamamen emin olarak bundan istifade etmeye karar verdim ve elimde duran ufak çantamı koltuğa bıraktım. Birazcık gevşemeye ihtiyacım vardı; bu sebeple gözlerimi kapatıp güzel bir şeyler hayal etmeye kendimi zorladım. Şuan bir spada olduğumu hayal edebilirdim. Saunada veya usta bir masörün elleri altında...

İşe yaramıyor Rüya!

Uçak bulutların üzerine çıkıp tamamen düzeldikten sonra hostesler ücretsiz içecek dağıtımı için anons verdi. Bu sırada tekrar gözlerimi açmış, yanımdaki camı kapamıştım. Sıra bana geldiğinde ve uzun boylu hostelerden biri bana ne istediğimi sorduğunda "Kahve lütfen" dedim ve uzatılan kahvemi alıp teşekkür ettim. Önümdeki tepsiyi indirip kahvemi uygun yerine koydum. Sakardım, bu yüzden dikkatli olmaya çalıştım. Sıcacık bir kahveyi beyaz ve hassas bacaklarımdan aşağı dökmek tam bir aptallık olurdu. Üstelik canımı acıtabilecek her türlü fiziksel olaydan nefret ediyordum. 

"Burası boş mu?" Kafamı çevirip baktığımda uzun boylu, hafif dalgalı saçlı ve kahve gözlü, tahminimce yirmili yaşlarda bir adam gamzeli gülümsemesiyle bana bakıyordu.

Çantamı hızla çekip "Tabi, buyrun" dedim.

Saniyeler sonra pişman olmuştum, herkesin kendi koltuğu vardı sonuçta. Yanıma böylece rahat gelen birinin sapık olup olmadığını bilemezdim. Kendime kızdım, herkesin iyi olduğuna inanmak üzere programlanmıştım. Bunun başıma defalarca belalar açmasına ve kalbimi kırmasına rağmen bir türlü uslu bir kız olamıyordum.  Aksiyon meraklısı biri de değildim. Arada bir gelen deli cesareti ve aşırı bir umut oluyordu ama hikayenin sonunun şuana kadar mutlu bittiğini görmemiştim. Yakında yüzyılın "salağı" ünvanı diye bir şey uyduralacağını ve bunu ilk ve son olarak benim alacağımı biliyordum. 

Kısa bir sessizlikten sonra "Mete" dedi. Sesi yumuşaktı, o ana kadar bir şey demesini özenle beklermiş gibi pür dikkat kesildiğimi fark etmemiştim Yine de anlamamış gibi davrandım. Yineledi. 

"Mete. Adım..."  

Uzattığı elini tutarak "Rüya ben de" dedim. Işık saçan sıcakkanlı gülümsemesi karşısında büyülenmiştim.

"İzmirli misin?" Evet anlamında başımı salladım.

"Peki ya sen?"

"Hayır, sadece bir haftalık kaçamak" Gülümsedim. Onunki kadar muhteşem ve göz alıcı değildi ama elimden geldiğince içten davranmaya çalışıyordum.

"Bu ilk gidişim,  'mutlaka görmelisin' diye ısrar edeceğin bir yer var mı?"  

"Kesinlikle Konak'a gidip saat kulesinin önündeki güvercinlere yem atmalısın. Bunun pek kültürel bir gezi olarak yardımcı olmayacağını biliyorum ama huzur verici. Oradaki amcalardan yem alabilirsin" Ufak bir nefes aralığı süresince düşündüm. "Kemeraltı Çarşısı'na da gidebilirsin. O da Konak'ta, birine sorman yeterli. İstanbuldaki Kapalı Çarşı'dan farksız."

Daha sonra hiç konuşmadık. Bana gülümseyerek teşekkür etmiş ve kısa bir süre sonra yanımdan gitmişti. Bunun hakkında düşünmek için vakit harcamadım, mesafe o kadar azdı ki onun kalkmasıyla uçağın alçalışa geçecek olması aynı anda anons edilmişti.

Yaklaşık on dakika sonra İzmir'i kuş bakışı görebilecek kadar mesafemizi azaltmıştık.

"Kaptanınız konuşuyor, 10 dakika içinde Adnan Menderes Havalimanı'na inmiş olacağız. Şimdi lütfen kemerleriniz bağlayınız ve koltuklarınızı dikleştiriniz"

Uçak sertçe yere indiğinde kendime hakim olamayıp çığlık attım. Şanslıydım ki insanların fazla dikkatini çekmemiştim. Titreyen bacaklarımla yerimden kalkıp yanımda bulundurduğum ince hırkamı ne olur ne olmaz diye düşünüp giydim. Ufak çantamı da elime alıp ön kapıdan çıkışa yöneldim.

Merdivenlerden indikten sonra karşımızda duran otobüse binip meraklı gözlerle Mete'yi aramaya başladım. Önemsediğimden değil ama belki son bir kez görüp ona Ata Caddesi'nden de bahsedebilirdim. Ama ne yazıkkı dilediğim gibi olmadı, sanki yer yarılmıştı da içine girmişti.

Bir kaç  dakikalık kısa mesafeyi teptikten sonra otobüs durdu ve bizi cam kaplı merdivenlerle yukarı giden bir yerde bıraktı. Hepimiz elimizde ufak eşyalarımızla yürüyen merdivenlerden çıktık ve Havalimanı'nın içindeki yolu takip ederek bagajlarımıza yöneldik. Hala daha meraklı gözlerim Mete'den yana en ufak bir şey bulamamıştı. Büyük ekranı inceledikten sonra 4 numaralı kısıma gidip bavulumu beklemeye başladım.

Çok fazla beklemedim. Küçük kırmızı valizim bana doğru gelmeye başlamıştı. Ümitsizce bavulumu elime alıp döndüğümde uzun boylu biriyle karşılaştım. Mete!

"Yardım ister misin?"

Gülümsedikten sonra "Kendim halledebilirim" dedim. Fazla ağır değildi. Dikkatimi elindeki sadece sırt çantası çekti.

"Israr ediyorum" dedi elini elimin üzerine koyarken. Bunu bilerek mi yapmıştı yoksa sadece şans eseri bir temas mıydı bilmiyordum. Konuyu değiştirmek için gözüm takılan siyah çantasını sordum. "Sadece bir hafta için mi?" 

Beni başıyla onayladı. Bu sırada valizimi almasına izin vermiş, onunla beraber çıkışa doğru yürüyordum. 

Çıkışa geldiğimiz zaman durdum. Elindeki valizimi alırken otobüslere kadar bırakabileceğini söyledi ama daha fazla yormak istemedim. Yeterince yardımcı olmuştu, teşekkür ettim. Gitme vaktiydi, bu sebeple birbirimize gülümsedik ve bu garip durumun ardından birbirimize veda edip arkamızı döndük. 

Valizimi otobüs sırasına doğru sürüklerken arkamdan "Bekle" diye bağırdığını duydum. Daha sonra koşarak bana yetişti. 

"Biliyorum, tanışalı fazla olmadı ama sadece bir hafta... Sadece bir haftanı benimle geçir, sonrasında ikimiz de birbirimizi unutacağız"

Sadece Bir HaftaWhere stories live. Discover now