twelve

1.2K 152 5
                                    

-

"Sanırım bir daha asla dönmeyecek." dedi Gabrielle. "Polisten hiçbir haber yok. Sanki yer yarıldı da içine girdi."

"Bu seni korkutuyor mu?" diye sorduğumda odanın her bir köşesinde gezinen gözlerini benimkilere sabitledi. Boş bakıyordu. Böyle bakmasından nefret ediyordum. Ne olursa olsun, gözlerinde bir duyguya dair en ufak bir iz görmeyi bile tercih ederdim.

"Ne? Bir daha dönmeyecek olması mı?" tükürürcesine konuşup başını iki yana salladı. "Hayır, beni asıl korkutan şey geri dönme ihtimali. Bir anda kapıda belirip, "Gabriel, bebeğim, ben geldim!" diye bağıracağından korkuyorum."

"Polislere kaldığın yer hakkında yalan söylüyorsun." dedim konuyu asıl önemli noktaya çekerek.

"Teknikte yalan söylemiyorum, sadece doğruyu yansıtıyorum."

"Pratikte yalan söylüyorsun."

"Pratikte ne olduğu kimin umurunda?" dedi öfkeyle. Sessizlik ikimizi de avuçlarına aldı ve ne demem gerektiğini düşünürken onu inceledim. Diksiyonum iyiydi, kelimeleri nasıl ve nerede kullanmam gerektiğini biliyordum ancak o beni sözsüz bırakabiliyordu. Bu şaşırtıcıydı, hayatımdaki istisnalardan biriydi. Her zaman, her durumda ne söyleyeceğimi bilirdim. O bunu imkansız kılıyordu.

"Gabrielle," dedim, bana bakan gözleri öfke doluydu. Bana olduğundan emin değildim, ama yine de öfkeliydi. Bir bomba gibiydi, patlamak üzereydi. "Kate'e ne olduğunu bilmediğine emin misin?"

"Vazgeçtim." dedi dizlerine yerleştirdiği ellerini çekip ayağa kalkarken. Asla çıkarmadığı montunun düğmelerini iliklerden dik bir şekilde bana baktı, ne kadar uzun olduğunu unutmuştum. Ayağa kalkıp karşısında dikildim, yine de bana yukarıdan bakıyordu. Büyümesi durmayacak gibiydi, sanki her gün uzuyordu.

O henüz bir çocuktu. Benden yaşlarca küçüktü.

"Ne?" dedim çenemi dikleştirerek.

"O beni zorlamıyorken buraya gelmemin anlamı ne? Yanlış karardı. Bir daha gelmeyeceğim." dedi parmakları montunun yakasını sertçe kavrarken. Tutacak bir şeyler aradığının farkındaydım, yoksa öfkesini yakıp yıkarak çıkaracaktı. Kumaşı sıkan parmak boğumları beyazladı.

"Bunun annenle alakası yok." belki de sinirini çıkarmasına izin vermeliydim. "Sorunlarını çözmek zorundasın. Sonsuza dek öfkeyle, nefretle, bilinmezlikle yaşayamazsın."

"Çünkü bunu kesinlikle siz bilirsiniz." dedi sertçe. "Bana cidden yardım ettiğinizi düşünüyor musunuz? Sizinle konuşmak beni rahatlatıyor mu sanıyorsunuz? Daha fazla soruna sebep oluyorsunuz, bir şeyi çözdüğünüz yok."

Yüzüme tükürürcesine konuştuğunda sustum. Öfkesini kusmasını bekledim. Kendini uyuşturarak öfkesini salamazdı. En sonunda patlayacaktı, korkunç bir şeye sebep olacaktı ve bu ihtimal beni korkutuyordu.

"Sorunlarını çözdüğümü iddia etmiyorum." dedim ona doğru bir adım atarak. En az onun kadar öfkeliydim, bunu görmesi gerekiyordu. "Kendi sorunlarını ancak sen çözebilirsin. Ben aracıyım."

"Aracı olmanızı istemiyorum." dedi geriye bir adım atarken, benden kaçıyor gibiydi. Belki de gerçekten kaçıyordu. Ona yardım etmek istiyordum, daha çok zarar veriyor olma ihtimalim asla aklıma gelmemişti.

"Sana hiç yardımcı olmuyor muyum?" diye sordum arkasını dönüp dışarı çıkmak için hareket ettiğinde. Bir anlığına durdu, eli yanına düştü.

"Hayır." diye cevapladı en sonunda. Yüzüme bakmadan kapıya yürüdü ve kolunu sertçe kavrayarak kapıyı açtı.

"Özür dilerim." dedim dürüstçe. Son anda göz göze geldiğimizde, mavi gözlerindeki duygunun öfke olmadığını gördüm. Hüzün. Gözleri saf kalp kırıklığıyla kaplanmıştı.

"Özür dilemenize gerek yok, Doktor Callahan." dedi neredeyse fısıldarcasına. "Kontrolü kaybetmem sizin suçunuz değil."

Dışarı çıkarken kapıyı arkasından çekti. Gürültüyle kapanan kapıya bir süre boyunca baktım.

İkimiz de kontrolü kaybetmiştik.

-

"ridin through the sunshine riptide, dancing all alone in the morning light."
|
"sabah ışığında tek başına dans eden günışığı akıntısının içinden geçiyorum."
|
-fall out boy, sunshine riptide

çok nadir bölüm geldiğini biliyorum, üzgünüm...

sunshine riptide |gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin