iki : evrenin saf dili, aşk

1.1K 120 34
                                    

280419

saf duygularla bezenmiş yaratıklardan ibarettik. sevebilir, kin besleyebilirdik. bu saflığa katılan yapaylık ise, tam olarak abartılardan geçerdi. insanlar fazla göstermeyi severdi her şeyi. özellikle de sevgiyi. yalandan inanırlardı fazla sevdiklerine fakat onlar da bilirlerdi bunun saf olmadığını.

ben namjoon'u severken olabildiğince yapaylıktan arınmıştım. süslü cümlelerle hatırlamıyordum onu, olduğu gibi anlatmayı seviyordum sadece. gözlerini, ellerini, saçlarını kendime saklardım. çünkü o bir hazine gibiydi. benim hazinem namjoon'dan başkası değildi çünkü kalbim ondan takılı kalmıştı.

göz göze gelirdik bazen okulda. o çok normal karşılar, gülümserdi sadece. bunu çok iyi yapardı. çok güzel gülümserdi ki, gülüşüne bir dünya mutluluk sığardı. gözleri içine kaçar, dudakları toplanırdı. iki yanında açan kelebekleri zaten kim görse mutluluğu tavan olurdu.

ama çok kişi görsün istemezdim bu güzellikleri. asla sahip olamayacağım şeyleri de böyle sahiplenirdim işte. hoseok'la bundan bahsederdik bazen. bana gülerdi hep. çok güzel seviyorsun da safsın, derdi. kendi kendime kurduğum hayalleri bir tek ona anlatırdım. o da dinlemeyi severdi ya, canım benim.

ben hep düşünürüm. geçmişteki aptallıklarımı, şimdiki kararsızlığımı, gelecekte atacağım adımları hep düşünürüm. ama ona hiç çıkmaz benim yolum. açılamadım ya kaç yıldır, cesaretin zerresi bile yok bende. asla toplayamam güven.

hem kendimden emin olsam ne diyeceğim ki? üzgünüm, ona ne anlatacağım ki parmaklarımla? hem anlamaz o beni. bu sefer kağıda yazmam gerekir. el yazım da düzgün değildir zaten. bir de bile bile ona yazarsam, ellerim titrer kesin.

hayli hayalî akıllı biriyim galiba. buraya yazıp gün içinde saatlerce okuyorum bunları. asla sıkılmamanın yanında, kelimesi kelimesine ezberledim ilk sayfayı. ona ulaşamamak, bende algıları iyice kapatıyor.

imkânsızı düşlemeyi nasıl beceriyorum acaba her seferinde, bunu bilmiyorum. ona olan sevgim o kadar fazla ki, kendime şaşıyorum artık. jimin, diyorum. aptal mısın oğlum sen? kendi kendime gülümserken cevabı da veriyorum, her zaman. artık o olmadan her şey eksik geliyor bana. kendimi tamamlayamıyorum bir parçam ondan kalmışken. hele de o parçam, kalbimken.

anneme minnettarım her yönden, fakat bir konu var ki, ona teşekkürlerim az.

eğer yıllar önce beni alıp buraya, bu şehre getirmeseydi; ben nefes alamazdım. çünkü onun sayesinde gelmiştik buraya, namjoon'u onun sayesinde görmüştüm.

teşekkür ederim anne, şarkı bestelenecek kadar güzel biriyle tanışmamı sağladığın için teşekkür ederim.

şarkı demişken, hoseok her yıl iki kez falan şarkı festivallerinde okulun solistliğini yapardı. bazen hip-hop'ın dibine vurarak seyirciyi coşturur, bazen melek gibi kadife sesiyle herkesin gözlerini sulandırırdı. çift kişilikliydi kesinlikle.

o yarışmalardan birinde tanışmıştı yoongi'yle. baterist seokjin hastalanınca yedekte kimsenin bulunmadığının farkına varıp okulu didik didik aramıştı hoseok. alt sınıflardan yoongi'de o ışığı görmüş, hatta kalbine yansıtmıştı. şimdi araları nasıl, tam bilmiyorum. flört dönemini aştılar ama sevgili değiller galiba. yani, uf her neyse.

okulun sanat katında gezerken birkaç kez namjoon'a rastlamıştım. - bu katta olması şaşırılacak bir şey değildi. - arkadaşı jeongguk'la şarkı söylüyordu. birkaç kez ortamın duygusallığına dayanamayıp kıkırdamıştı. kapının arkasından onları izlerken bir gün bana da öyle bakmasını diledim.

ben park jimin.
ve o da benim kanatlarım, kim namjoon.

-


badbye • minjoonWhere stories live. Discover now