yedi : beni yumuşakça öldür

497 91 37
                                    

200519

utanıyorum, günlüğüm. fakat anlatmam gereken şeyler var, sanırım...

ah, nereden başlasam gerçekten bilemiyorum. o kadar soyut hissediyorum ki kendimi. sanki hiçbir şey gerçek değil gibi. ve yap-bozun bir parçası yerine oturmamış gibi.

bilirsin, bugün de her zamanki gibi okuldaydım. sınavlarım başladığından hoseok'la birlikte ders çalışıyorduk. bugünkü öğle molamızda kütüphanedeydik. okulda ders çalışan pek kişi olmadığı için boş ve sessizdi. biz de orayı seçtik çalışmak için. elli dakika boyunca oradaydık, kütüphane okulun bitişiğinde olan ayrı bir bina olduğu için okul binasında neler olup bittiğini bilmiyorduk.

zilin çalmasına az kala kalktık ve binaya ilerledik. ah söylemeyi unuttum, yoongi de bizim yanımızdaydı. hoseok ona anlamadığı konuları anlatırken çok şey görünüyorlardı... yumuş.

her neyse.

elimdeki tonla kitabı bir arada tutmaya çalışırken sınıfımızın bulunduğu kata çıktık. yoongi aşağıda kalmıştı. merdivenler bittiğinde koridorun sonundaki kalabalık dikkatimizi çekti. bizim sınıf ve dolaplarımızın olduğu yerdeydi tam. hoseok, namı diğer okulun yardım meleği, anında kavga bölgesine koşarken kitaplarımın ağırlığıyla yavaş hareket etmek zorunda kaldım. meraklanmıştım, fakat bu beni hızlı koşturmuyordu elbette.

kızlardan çıktığını düşündüğüm birkaç tiz ses duyar gibi oldum. hoseok anında kalabalığı yarıp ortaya atlamıştı. elimdeki kitapları dikkatlice duvar dibine bırakıp oraya koştum.

içlerinden sıyrılıp hoseok'un yanına vardım. sehun'dan kalıplıcaydı ve onu kolaylıkla geri çekmişti. sehun önümden çıktığında kalbim tekledi.

namjoon yerdeydi, yüzünden kanlar boşalıyordu.

derime bir anlığına kızgın yağ temas etmiş gibi irkildim. anında onun yanına çökerken beni fark etmiş miydi bilmiyordum bile. gözleri kapalıydı. ölesiye yumruk yaptığı sol elinin arasında mor bir kağıt parçası sallanıyordu. vücudunda hâl kalmamıştı.

başını kucağıma aldım ve birisinin herhangi bir nöbetçi öğretmen çağırmasını umdum. kimse kıpırdamıyordu ve ben namjoon'u revire götürmek için fazla cüceydim.

"hey millet, duydunuz değil mi? okulumuzda ucubeler var! kim namjoon da onlardan birisi! hemcinsinden hoşlanan biri ibne değil de ne olabilir ki?!" duyduklarımla şokla sehun'a dönerken ağzım da aynı anda açılmıştı. hoseok çocuğu dolaplara çekmeyi bıraktı ve gözlerini kıstı. "ibne mi dedin sen ona?" sehun akan dudağıyla kahkaha attı. "elbette! ondan başka ne olabilir ki?" yürek yediğine emindim. tüm okul ki, yoongi ve hoseok'un birlikte olduğunu biliyor ve buna laf etmiyordu; bu çocuk kendi mezarını kazmıştı.

"sen gel benimle bi'." sehun kendinden iri duran hoseok'tan kolunu çekmeye çalışırken hoseok daha da sıkı tuttu. göz kapağı seğirmeye başlamıştı.

hoseok sehun'a ne yaparsa yapsın, umrumda değildi. ona istediğini yapabilirdi, durdurmayacaktım.

onlar kalabalığın içinden geçerken herkes bana odaklandı bu sefer. lanet kalabalıktan kimse bana yardım etmiyordu. bir anlığına kucağımdaki hafifliğini hissettiğim namjoon'a döndüm. gözlerini açmıştı, fakat dolu doluydu. bana bakıyordu. yattığı için kaşından akan ve şakaklarından akan kanı, saç diplerine ulaşamadan hırkamın koluyla sildim. ona gözlerimi kilitlediğimde başını çevirdi ve kalkmak için bir hamle yaptı.

utanmıştı, onu anlayabiliyordum.

kucağıma tekrar ağırlık çökerken onunla birlikte kalktım. kolundan tuttum ve kalabalıktan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştırdım. diğer tarafın merdivenlerinden aşağıya inerken zil çalmıştı. geri dönmek için arkaya hareketlendiğinde onu durdurdum ve ciddi bir ifadeyle gözlerine baktım.

onu bırakmayacağımı anlamıştı ki, bana karşı çıkmadı. idare katındaki revire indik. hemşirenin hiçbir sorusuna yanıt vermemişti. kaşına, dudaklarına ve yanağına dokunan her pamukta tıslıyor, canının yandığını belli ediyordu.

canım benim, kim bilir nasıl yanmıştı canı.

geldiğimiz gibi sessizce revirden ayrılırken hiçbir öğretmene görünmemeye dikkat ederek bahçeye çıkardım onu. kantinin yanındaki banklardan birine oturmak üzereyken kıkırdadım.

üstümüz başımız kandı! serseri gibi gözüküyorduk.

benim güldüğümü görünce baktığım yere baktı, gülümsedi.

şimdilik bir şey sormayı düşünmüyordum ona. temiz hava alıp dinlenmesi gerekiyordu. hoseok zaten sehun'a gereğini yapacaktı, emindim.

havanın güçlüce estiği sıralarda yanıma döndüm. kollarını kendine sarmış, ısıtmaya çalışıyordu. üzerinde yalnızca bir kısa kollu vardı. 'cık' layarak ayağa kalktım ve hırkamı çıkarıp ona uzattım. bana meraklıca bakıyordu.

almayacağını anladığım sırada kafasına doğru fırlattım hırkamı. üşüyordu, o üşürse ben de üşürdüm.

yaralarına dikkat ederek hırkasını üstüne geçirdi. o sırada süveterli ben, yanında minicik kalmıştım.

kaç ders oturduk orada bilmiyorum, okul çıkışı geldiğinde ve çantalarımızı almak için okula girdiğimizde ayrıldık. hırkam onda kalmıştı fakat sorun değildi. sınıftan çıkan hoseok'u yakaladım.

üstü başı dağılmıştı, serseri.

çantamı hoseok'tan aldım ve telefonumu da almak için dolabıma ilerledim. şifreyle açılırken dolabım, kucağıma bir zarf düşüverdi.

kenarı yırtılmış, mor bir zarf.

ben park jimin.
ve o da benim kanatlarım, kim namjoon.

-

çok beklettim biliyorum fakat affedin :*

badbye • minjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin