on bir : sarılmam gerek

441 69 20
                                    

170619

en az ter kokan tren kadar bunaltıcıydı hava. ülkenin diğer ucu sayılırdı burası, ve yaşadığı yerden farklıdır sanmıştı jimin. yanılmıştı yine, bir hafta bu eziyeti çekecekti el mahkûm.

trenden iner inmez vücudu sular boşaltırken çantasından çıkardığı kağıttaki adrese baktı. busan'ın shinya bulvarının oralardaydı sanırım, o da bilmiyordu buraları. babası daha önce yaşadığı gwangju'dan buraya neden taşınmıştı bilmiyordu. yalnızca gwangju'daki arkadaşları chan ve seungsik'i özlemişti.

bulduğu ilk marketten birkaç şişe soğuk su depoladı. biraz annesiyle ve namjoon'la mesajlaşarak gününü geçirdi. eve varmak için akşamı beklemek istemişti nedense. saat sekize vururken bir taksiye bindi ve kağıdı ona uzattı. yolculuk yarım saat sürmüştü. chonyu'nun panjurlu sokaklarına ulaştığında tek serveti olan küçük çantasını aldı ve para üstünü de alıp on dokuzuncu numarayı aradı. sokağın sonundaki beyaz duvarlı ve iki katlı ev gibi duruyordu on dokuz numara. jimin iyice yaklaşıp kapının üzerinde yazan ismi dikkatle okudu. park seondal & park dawon. kafasını kaşıdı tedirginlikle. babası evlenmiş miydi? evlendiği için mi elin busan'ına taşınmıştı?

çantasını ufaklı taşların yer ettiği yola bıraktı ve tedirginlikle kapıyı çaldı. evdeki tüm ışıkların yandığını da fark etmişti, üstelik içeriden kahkaha sesleri duyuluyordu. kesinlikle ikiden fazla kişi vardı evde.

dakikalar içinde ahşap kapı açıldığında jimin şaşkınlıkla gözlerini araladı. bu kız da kimdi? kısa şortu ve göbeğini kapatmayan bir bluzu vardı. saçları gül rengine çalıyordu ve sade bir yüzü vardı. gözleri küçük, dudakları etliydi. "kime bakmıştınız?" diye sordu genç kız. sesi biraz kısık çıkmıştı.

jimin kendini nasıl tanıtacağını düşünürken içeriden tanıdık bir ses duyuldu. "kimmiş o güzelim?" yaklaşan adım sesleri jimin'in bir saniyeliğine nefesini kesti. bu, babasının sesiydi.

görüş alanına giren babasıyla gözlerini kırpıştırdı. görmediği süre boyunca yakışıklılaşmış, âdeta tanınmayacak hâle gelmişti. kot kaprisi ve gömleğiyle tam bir aile babası imajı veriyordu.

babası kapıya yaslanan kızın yanına geldi. gözlerini dışarıda duran oğluna çevirdiğinde zihni harekete geçti. eski kareler bir bir gözünün önüne gelmişti şimdi, çok değişmiş diye mırıldandı içinden. büyümüş, yakışıklı olmuş. fakat dili tutuldu, bir şey söyleyemeden öylece durdu. eski günleri anımsadı birkaç saniyeliğine. onunla annesinden gizli yaptıkları sahil gezilerinde çok eğlenirdi. onunla hep dondurma yer ve eğlence merkezlerine götürürdü onu. onu seviyordu.

"kim olduğunuzu hâlâ söylemediniz, yoksa bir dilenci misiniz?" jimin'in babası seondal, genç kızın söyledikleriyle kendine gelirken onu engellemeye çalıştı. "hayır hayır," dedi. "sen içeri dön chaeyoung. ben geliyorum."

kestane saçlı kız kaşlarını garipçe oynattı ve içeri geçti, diğerlerinin yanına. seondal şimdi sessizce bakıyordu oğluna. alımlı bir genç olmuştu. yüzü şekillenmiş, çenesi belirginleşmişti. zamanla gözleri ve dudakları ortaya çıkmış, boyu da atmıştı.

çok uzun zaman olmuştu onu görmeyeli, onu belki özlemişti bile.

"jimin," diye söze başladı babası. elini ensesine atmış, kelimelerini yerine koymaya çalışıyor gibiydi. "büyümüşsün." histerik bir kahkaha attı. zorlamaydı biraz da. ortamı nasıl yumuşatabileceğini düşündü seondal. o sırada jimin parmaklarını kaldırdı ve "seneler geçti." dedi. "normal."

seondal kendine gelince oğlunun çantasını sırtlandı ve kapıyı daha çok açıp eve davet etti onu. ne de olsa o oğluydu, onu kabul etmek zorundaydı.

badbye • minjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin