XII.

7.4K 580 155
                                    

Yaptığım hiçbir aptallığın sana aksini düşündürtmesine izin verme.

İçinde olduğu duruma rağmen, Louis’nin dudaklarından kaçan inleme ve takip eden hıçkırığın sebebi zevkten değil; acıdandı.

Zihni bulanıktı, vücudunu ateşlemekte olan cinsel arzu göğsündeki sızıyı uyuşturuyordu. Ve öyle olmaması lazımdı işte. Louis tüm o acıyı, anı anına en derinlerde hissetmeliydi. Bunu hak etmişti. Kendini o duruma yine kendisi sokmuştu. Günlerce süren orgyler değil; sonsuz bir kalp kırıklığıydı hak ettiği.

Aptalın tekiydi.

Aptalın tekiydi ve hala Alfa’nın çatısı altındaydı. Hala kendisine ait olduğunu düşündüğü bir odada, kanının damarlarına yeni bir hormon dalgasıyla, bunca zamandır sakladığı her şeye ihanet edercesine pompalanmasına göz yumuyordu.

Hala Alfa’nın onu bıraktığı yerdeydi. Yapmış olduğu şeye inanamıyordu. Kendini Alfa’nın ruh eşi olduğu fikrine öylesine kaptırmıştı ki, odadan çıkmamayı ve yakalanmayı seçmişti. Kendi kaşınmıştı. Alfa için yaratılmış olduğu düşüncesiyle kör olmuş ve gerçekleri görememişti.

Olay şuydu ki, Louis kimsenin ruh eşi falan değildi. Kendi hormonlarının kurbanı olmuştu. Kızgınlıktan önceki son birkaç gününü tüm o saçma rüyalarla geçirmişti çünkü merhaba, olması gereken buydu. İçindeki omega, kızgınlık sırasında Louis’yi kendisini Alfa’ya yamaması için onu bu şekilde ikna etmişti, ona aslında hiç yaşanmamış hayatlardan vizyonlar göstererek.

Kandırılmıştı. Bunu başından beri biliyordu ama bir şekilde özel bir şeyin parçası olmak, bir mührün iki ucundan biri olmak fikri onu öyle büyülemişti ki, imkansıza inanmaya göz yummuştu.

Ve şimdi de buradaydı, Alfa’nın eşine ve doğmamış çocuklarına ait bir odada, onlara ait bir yatakta, vücudu kendini alfa afrodizyağına çevirirken bedeni üstünde kalmış  kontrolünün son saniyelerini buna duyduğu ihtiyaç gözlerini yaşlarla doldursa da, ellerini kendine dokunmaktan alıkoymaya çalışarak harcıyordu.

Yatakta doğrulduğunda görüşü karardı, ayakları yere değdiği an dizleri titredi çünkü yapması gereken bu değildi. Kızgınlık uzun yürüyüşler için doğru bir zaman sayılmazdı.

Umurunda değildi. İki ayağı olan her şeyi çevirip onu düzmesi için yalvarmaya başlamadan önce buradan çıkmalıydı. Eğer şimdi gurur yapmazsa, bir hafta daha yapamazdı ve hayır, daha fazla alçalamazdı. Kim olduğunu hatırlamalıydı, o aptal beden eğitimi dersinde omega olduğunu öğrenmeden hemen öncesine kadar olduğu kişi olmaya devam etmeliydi. Bu kadar yumuşamaya gerek yoktu, o Donny' deyken futbol takımındaydı, tanrı aşkına. Bu duyduğu en maskulen şeydi.

Buradan kendi başına çıkabileceğine inanmak, onun için bile fazla ütopikti. O an sonuçları düşünmemeye karar verdi ve ayağa kalkmak yerine cebindeki telefona uzandı.

Telefon çalarken, sesini soğukkanlı tutmak için gözlerini odanın penceresi önüne dizili sümbülteberlere dikti, en azından telefonun öbür ucunda annesinin sesini duyana kadar sürdürebildi bunu.

Jay’in tek yaptığı Louis’nin adını söylemekti ama onun için bu o kadar çok anlama geliyordu ki… Neyin var? İyi misin? Kim üzdü seni?

“Yine oluyor,” diye mırıldandı. Aralıksızca akan yeni bir göz yaşı istilasıyla karşılaştı, sümbülteberler gitgide bulanıklaşıyordu. Konuşurken hıçkırıklarına engel olamadı. “Kızgınlık...”

Annesi birkaç saniye boyunca hiçbir şey demedi. “Louis,” dediğini duydu sonunda. “Bebeğim, niye ağlıyorsun? Canın mı yanıyor? Korktuğun bir şey mi var? Oraya geliyorum, tamam mı? Sana zarar gelmesine izin vermeyeceğim.”

far as fate, close as galaxyWhere stories live. Discover now