IV.

7.4K 688 169
                                    

Louis okula hemen takip eden pazartesi başlamayı kabul etti çünkü her ne kadar bir süreliğine aklı azıcık karışmış olsa da, Cheshire’a bir şeyleri yoluna koymak için gelmişti. (Ve o bir şeylerin arasında kesinlikle kendisine bir alfa bulmak yoktu.)

Bu yüzden, pazartesi sabahı erken kalktı ve soluğu duşta aldı. Bunu neden yaptığını bile bilmiyordu, bir anlam ifade etmediği halde omega olduğuna dair tüm izler suyla beraber akıp gidecekmiş gibi bulduğu her aralıkta kendini banyoya atıyordu. Anlayamıyordu ama bir şekilde rahatlatıcıydı işte.

Çıktığında üniformasından önce geldiğinden beri açmamış olduğu çantaya uzandı. İtiraf ediyordu, bastırıcıları kullanmak konusunda biraz sorumsuzdu ama suç onda değildi tamam mı? İğrençti bu. Louis onları ne zaman kullansa yürürken etrafında dolaşan bir hale varmış gibi hissediyordu.

İç çekti. Başka seçeneği yoktu. İlk spreyi aldı ve çıplak vücuduna yeterli olduğunu düşünene kadar sıktı. Bunu seviyordu, ilk olan asıl bastırıcıların etkisini kalıcılaştırmak için vardı, bir tür bazdı bu. Kiraz çiçeği kokuyordu, Louis hastaydı bu kokuya.  İkinci spreyi sıkarken yüzünü buruşturdu ve kendini gerçekten sıktı çünkü evet, iğrenç olan buydu. Bir şekilde aurasıyla oynayacak ve gizleyecekti. Onu daha az itaatkar falan kılmak değil; sadece gizleyecekti. Böylece beta olduğuna inanmak çok zor olmazdı; hatta cinsiyetsiz kurtlardan bile sayılabilirdi bu sprey sayesinde. Omega kokusunu bastıracak son spreyi sıktı, aynı zamanda geçen sefer zorla bastırdığı kızgınlığın onu yeniden bulmasını engellemek için bunu sürekli sıkması gerektiğini kendine hatırlattı.

Üniformasını giyinip okul için hazırlandı ama yeni başlangıç şimdiden canını sıkmaya başlamıştı çünkü kendisi gibi bile hissetmiyordu.

Kahvaltı vakti gelene kadar yatağında oturdu ve gizlemeseydi neler olabilirdi diye düşündü. Bastırıcılar olmazdı ve sabah duşunu olmayan bir enfeksiyondan kurtulmak için değil de; alfasına daha iyi olabilmek için alırdı. Teyzesinin sesini duymayı değil de; Harry-yani Alfa’nın arabasıyla gelip-

Hemen dışarıdan gelen fren sesini duyduğunda pencerenin önüne koştu. Evin kapısı önünde durmuş araba o geceki Range Rover’ın aynısıydı. Alfa arabadan çıktı, Louis kalbi ağzında atıyor gibi hissetti. O burada mıydı? Neden? Yapacak daha önemli işleri yok muydu? Louis’yi hala farkında değil miydi, yoksa-

Evin kapısı açıldı ve Paige dışarı fırladı. Louis irkildi, Alfa eşini kucaklarken pencereden birkaç adım uzaklaşmıştı.

Elini belli belirsiz bir sızı duyduğu göğsüne koydu, köprücük kemiklerinin hemen altında bir yere. Nefesi kesiklenmişti. Neden sürekli aynısı oluyordu? Alfa’ya yaklaştığı an her şey siliniyordu ve boş beklentilere kapılıyordu. Düşünceleri güvenle doluyordu, sanki Alfa’nın onun yanına ait olduğundan eminmiş, bunun için yaratıldığını biliyormuş gibi.

Çılgınca bir şeydi bu.

Ve mantıklı bir açıklaması olamazdı. Louis aşık falan değildi, o tür bir şey asla bu kadar çabuk gerçekleşmezdi. Bunu bilecek kadar kendindeydi.

Neler oluyordu?

***

Pekala, kahvaltıya indiğinde karşılaştığı manzara elbette ki sürpriz değildi. Alfa’nın orada olduğunun farkındaydı, gider umuduyla odasında fazladan geçirdiği dakikaların açıklaması da buydu, teşekkürler.

Masanın etrafından dolaşıp Paige’in yanına oturmadan hemen önce belli belirsiz bir selam vermişti. Kuzeninin yanında yerini aldı, ki bu Alfa’nın karşısı demek oluyordu. Harika, kahvaltı bitene kadar başını tabağından kaldırmazsa güvendeydi.

Masaya oturduğundan beri oluşmuş sessizliği başta anlayamadı. Tam tabağını doldurmaya başlayacaktı ki, teyzesi boğazını temizledi. Paige yanında rahatsızca kıpırdandı ve Alfa’yı işaret etmeye başladı.

Louis kaşlarını çattı, bir şey anlayamamış olsa da bakışlarını Alfa’ya çevirdi.

O da Louis’ye bakıyordu. Tanrı biliyordu ya, Louis ilk gördüğünden beri o yeşil gözlerde kendisini izlerken oluşmasını istediği birçok duygu hayal etmişti. Ama Alfa’nın gözlerinde hiçbiri yoktu. Ona… merakla bakıyordu. Biraz da sabırsızlıkla. Belki biraz da… Öfkeyle?

Louis hatasını tam da o anda anladı. Gözleri irileşti ve endişeyle dudağını ısırdı, kalp atışları aniden hızlanmıştı. İtaatkarca boynunu eğdi ve selam verdi. “Alfa.” Dedi, en başta yapması gerektiği gibi.

Alfa kabaca homurdandı. “Bu iki oldu, ufaklık,” dedi huysuzca. “Farkındasın değil mi?”

Louis başını kaldırmadan onu onayladı. “Özür dilerim, efendim.”

“Alfa.” Diye düzeltti adam ve Louis bir şeyler kırmak istedi çünkü masadaki herkes, hatta 12 yaşındaki Joe bile ona Harry diye hitap edebiliyordu, bunu duymuştu. Louis’ye ise adını bile söylemiyordu, basitçe kendisine Alfa demesini emrediyordu.

Louis orada, başı onun önünde eğikken kendini çöp gibi falan hissetmedi.

Alfa’nın iç çektiğini duydu. “Üç olmasın.”

Louis başını kaldırdı ve herkes kaldığı yerden devam ederken tabağını doldurdu. Ama yiyemedi. Sorun da değildi zaten, masada bunu görecek kadar onu önemseyen kimse yoktu.

Okul vakti nihayet yaklaşmıştı, Louis tam da masayı erken terk etmek için izin isteyecekti ki, asla tahmin edemeyeceği bir şey oldu.

Bir şey, bacağına sürtündü. Bir başkasının bacağı.

Donup kaldı. Ne olduğunu anlamak güç değildi. Alfa, Paige’i umarak ona uzanmış olmalıydı, bu olmayacak bir şey değildi.

Sorun da bu değildi zaten. Vücudunu saran elektrik akımı dışında hiçbir sorun yoktu. Evet, olan buydu, vücudunun tepkilerini kontrol edemiyordu. Üstündeki hiçbir sprey bir alfayla temas ettiği takdirde salgılanacak hormonların önüne geçemezdi.

Gözleri irileşti. Eğer kendisi kontrol edemiyorsa, Alfa’nın da bunu hissetme ihtimali var mıydı? Hızla bacağını Alfa’nınkilerin arasından çekti ve ona kaçamak bir bakış attı.

Adam hiç de oralı görünmüyodu.

Louis yine de ne yapacağını bilemedi. Ürkekçe boğazını temizledi ve ayağa kalktı. “Alfa,” diye tanıdı bir defa daha. Ardından Sarah’ya döndü. “Teyze, ben artık-”

“Ah, söylemeyi unuttum, Louis,” diye böldü onu Paige. “İlk gün seninle geleceğime söz vermiştim ama… Beni Harry bırakacak,” kuzeni ona özür dileyen bir bakış attı. “Jase’e takılsan olur mu?”

Jase masanın öbür ucunda kendi kendine söylenmeye başlamıştı bile.

Louis zorlukla yutkundu. Tamam, bu onu hiç etkilememişti. Har-Alfa, kuzenini okula bırakabilirdi. Paigesiz gidebilirdi, Jase’e takılabilirdi. Bunda yanlış olan ne vardı ki?

“Sorun değil,” belli belirsiz gülümsedi, aynı anda Jase yan tarafta homurdandığı için söylediği pek bir anlam ifade etmiyordu. “Sen… Ee, keyfine bak.”

Basit birkaç veda sözcüğünün ardından -Alfa hiçbir şey dememişti, en azından Louis’ye- Jase’i takip etti ve evden çıktı.

“Sadece peşimden gel ve yolu öğrenmeye çalış,” dedi Jase ona bakmadan. Ardından hızlı adımlarla önünden geçip boş olan yol boyunca yürümeye başladı.

 Louis hayatının ne ara bu hale geldiğini merak etti.

far as fate, close as galaxyTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang