2. Bölüm

44.8K 1.6K 69
                                    

Multimedia'da bölüm şarkısı ve Hazal var :)


O kadar iğrenç bir yazlık hayal etmiştim ki burayı görünce kafamı duvarlara vurmak istedim. Bir de geç gelmek için annemleri o kadar bekletip azar işitmiştim. Ben nereden bilebilirdim ki bu kadar güzel bir yere geleceğimi. Hayır bilsem zaten en önden ben gelirdim. Hatta okulların kapanmasını bile beklemezdim.

Odamın camından dışarıya bakarken bunları düşünüyordum ve aynı zamanda mal gibi sırıtıyordum. Şu arabadan inerken gördüğüm arkadaş grubuna bakıyordum. O kadar mutlulardı ki. Deli gibi gülüyorlardı. Bende elimde olmadan kıkırdadım. Onları izlemeye devam ederken bir şey dikkatimi çekti. Yerimde donup kalacağım bir şey.

Kenarda oturan kumral, uzaktan bile görünen mavi gözlere sahip olan çocuk basketbol topuyla ilgileniyordu. Yüzünde sanırım arkadaşlarının konuştuğu şeyden kaynaklanan hafif bir gülümseme vardı. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum ama çocuğa baktığım an bütün vücuduma ilk önce bir sıcaklık yayıldı ve bu titrememe neden oldu. Çok garip hissediyorum. Çok, çok fazla.

Ben çocuğu izlemeye devam ederken nasıl oldu ne ara oldu bilmiyorum ama bir anda kafasını kaldırıp bu tarafa baktı. Bir adım geriye gittim, ufacık gülümsedikten sonra hızla perdeyi çektim. Nefes nefese kendimi yatağa atarken hala bana bakan gözlerini düşünüyordum. Masmaviydi. Normalde mavi göz sevmezdim ama bu çok farklıydı. Sanırım artık mavi en çok sevdiğim renkti.

***

Yemek masasında sessizce yemeğimle oynamam yüzünden annemin kaç milyonuncu olduğunu sayamadığım kötü bakışlarına bir kez daha maruz kaldım. Babamda en sonunda “Ne oldu? Beğenmedin mi yoksa burayı? Beğeneceğini ummuştuk.” diyerek irkilmeme sebep oldu.

“Yok hayır çok beğendim. Gerçekten. Eğlenceli bir yer. Sadece biraz yorgunum sanırım.” diyerek annemin dakikalardır beklediği şeyi yaparak ağzıma bir kaşık –gerçi bir kaşık değil yarım kaşık- pilav attım.

Babam memnun olmuş gibi kafasını sallarken annem sinirle, “Hazal yemeyeceksen yeme. Yeter ki şu yemekle artık uğraşma.” dedi.

Nefesimi dışarı verdim. “Afiyet olsun size.” diyerek masadan kalktım ve merdivenleri hızla çıktım.

Odama geldiğimde koşarak camın önüne gittim ve hala oradalar mı diye kontrol ettim, ama tabii ki yoklardı. Bende mavi şortumu ve beyaz askılı tişörtümü üstüme geçirip toz pembe vanslarımı ayağıma giydim. Tekrar hızla merdivenlerden indiğimde mutfakta bulaşıkları yıkayan annemin yanaklarına birer sulu öpücük koyduktan sonra “Ben biraz dışarıda dolanacağım” dedim. “Tamam geç kalma” deyip gülümseyerek karşılık verdi.

Kapıdan çıktım tabi ama nereye gideceğimi bilemiyordum ki. En iyisi deniz kenarı diye düşünüp o tarafa doğru yürüdüm. O arkadaş grubunu bir daha görürsem ne yapacağım falan diye düşünmekten beynim karıncalandı.

Neyse ki kimse yoktu. Bende iskeleye çıkıp biraz ilerledikten sonra ayaklarımı denize doğru sallayarak oturdum. Boyumun kısa olmasına ayaklarımın denize değmemesinden dolayı sevindim. İlk defa. Ipodumu şortumun cebinden çıkarıp en sevdiğim şarkının kulaklarıma dolmasına izin verdim.

Take my hand, I'll teach you to dance. (Elimi tut, sana nasıl dans edeceğini öğreteceğim.)

I'll spin you around, won't let you fall down. (Etrafında dönceğim, düşmene izin vermeyeceğim.)

Would you let me lead, you can step on my feet. (Seni yönlendirmeme izin verir misin, ayağımın üzerine adım atabilirsin.)

Give it a try, it'll be alright. (Bir dene, herşey iyi olacak.)

Yanıma aniden birinin oturmasıyla müziği durdurdum ve o tarafa dönerek ipodumu cebime tıkıştırmaya çalıştım ki çalışırken iki çift mavi gözü görmemle öne doğru kaymaya başladım neredeyse düşecektim. Beni belimden tutarak Won't let you fall down.” Diye biraz önce dinlediğim şarkının sözünü mırıldandı. Ne yani şarkı dışarıya kadar duyuluyor muydu? Hafifçe kıkırdayıp gülümsedim ve en sonunda “Teşekkürler” diyebildim.

“Önemli değil, ben Berk” diyerek elini uzattı. “Ben de Hazal” deyip uzattığı elini sıktım. Elleri sıcacıktı ve hiç bırakmamak istememe sebep oluyordu. Yavaşça elinden elimi çekip bacaklarımın üstünde birleştirdim.

Denize doğru bakarak “Güzel şarkıdır” dedi. İlk önce hangi şarkı diye düşündüm ama sonra biraz önce dinlediğim şarkı olduğunu anlayıp başımı sallarken “Evet” diye mırıldandım. Konuşamıyordum. Sesim çıkmıyordu, sanki boğazımda kocaman bir şey vardı ve konuşmamı engelliyordu. Tabii bu kadar şeyin arasına kalbimde ‘ben burdayım’ uyarısı vererek hızlı hızlı atmaya başladı.

Yerden destek alarak ayağa kalktım ve “Sanırım artık gitsem iyi olacak, hava karardı” dedim. Bana dönüp o da hemen ayaklandı, “Seni bırakayım” deyip gülümsedi.

“Şimdi köpekleri salmışlardır. E sen de yeni olduğun için köpekler yabancı sanabilir seni. O yüzden ben bırakayım en iyisi” diyerek devam etti. Başımı sallayıp yürümeye başladım. O da yanımda yürüyordu. Eve çok yaklaşmışken yandan bir köpeğin  koşturarak bana geldiğini fark etmemle ufak bir çığlık koparttım ve refleks olduğuna kendimi inandırdığım şeyi, yani Berk’in elini tuttum. O refleksti tamam mı?

“Hey, oğlum. Arkadaşım o. Biraz daha nazik ol lütfen” diyerek diğer eliyle köpeği okşamaya başladı. Diğer elini ben hapsetmiştim tabi. Köpek yavaşça bana yaklaşırken bende Berk’in daha da arkasına saklanmaya başladım. Daha sonra köpek gelip sadece kokladıktan sonra benden uzaklaştı ve geldiği yere koşmaya başladı. Bende yavaşça Berk’in elini bıraktım.

“Teşekkürler” deyip gülümsedim. “Önemli değil” diyerek gülümseme karşılık verdi o da. “Şey artık gelmene gerek yok. Şu yeşil ev zaten” dedim evi göstererek. Bunu dememle içimden tonlarca küfür savurdum kendime. Zaten biliyordu gerizekalı Hazal. Çocuğu dikizlerken yakalanmıştın.

“Tamam. I-ım, iyi geceler o halde. Görüşürüz. Yarın yani?” diyerek soran bir ifadeyle bana baktı. Cevap vermeme izin vermeden “Bizimle takılabilirsin. Burada başka bizim yaşlarda kimse yok zaten. Eminim bizim çocuklarda seni çok sever. Hepsi iyidir.” diyerek gülümsedi. “Tabii, çok isterim.” dedim suratımda aptal, mal bir gülümseme varken. Kendimi sarhoş gibi hissediyordum.

“Tamam o zaman. Öğlen sahilde oluruz. Orada görebilirsin bizi” diyerek gülümsemeye devam etti.

“Tamam. Her şey için tekrar teşekkür ederim. Bu gün beni 2 kere kurtardın” dedim parmağımla iki yaparak.

Ufak bir kahkaha attı ve “Önemi yok. Yarın gel lütfen” diyerek elleri ceplerinde bana dönük bir şekilde arka arkaya gitmeye başladı. Onun bu haline elimde olmadan kıkırdadım. Ve eve doğru koşup cebimdeki anahtarla kapıyı açtım. Son defa ona doğru baktığım da ağacın altında hala elleri ceplerinde bana baktığını gördüm. Gülümsedikten sonra kapıyı kapatıp içeri girdim.

Koşarak odama çıktım ve hemen yatağıma attım kendimi. Ayaklarımı kendime doğru çekerek onu düşünmeye başladım. Lanet olsun çok tatlıydı. Çok, çok, çok. Gülümsemesi… Of Allah’ım aklıma geldikçe delirecekmiş gibi oluyordum. Yanındayken kalbim deli gibi atıyor, bütün vücudum donup kalıyordu. Neydi bu? Aşk olamazdı. Olamazdı değil mi?

Olabilir miydi?

Seninle Sonsuza KadarWhere stories live. Discover now