9. Bölüm: Namjoon Kaybetmiş Hissediyor

366 55 17
                                    

6 Kasım 1997, Perşembe


Namjoon günler sonunda ilk kez rahat bir uyku uyuyordu. Öyle ki komodin üzerinde çalmaya başlayan saatin sesini ilk başta algılamakta zorlandı, duyduğunda ise yorganı başının üzerine kadar çekip sesi duymamaya çalıştı. Ne güzel uyuyordu, rahat ve huzurluydu, belki rüya bile görüyor olabilirdi -hatırlamıyordu. Yine de huzurluydu. Pembe Panter'in birkaç saat önce gelişiyle düşünmesi aksi bir şekilde rahatlamıştı ve artık endişesi yoktu. Nasıl olsa Pembe Panter dönmüştü, yeniden gideceğini de düşünmüyordu (Gidecek olsa niye dönsündü? Onu buraya bağlayan bir şey yoktu). Namjoon üzerine çok düşünmedi, planı her ne ise pek umursamıyordu. Kendisini etkilemediği sürece tabii. Hazırladığı zarf polise ulaştıktan sonra da pek umursayacağını sanmıyordu.

Hâlâ zır zır çalan saati susturmak için elini yorganın içinden uzattığında sesin onu rahatsız edip etmediğini düşünecek oldu, kendini durdurdu. Onu gerçekten umursayacak mıydı?

Vücudunu birkaç kez esnetip odasından çıktı. Planı, salonda uyuyan Jin'e gözünü dahi değdirmeden banyoya girmekti ve yine gözünü Jin'e değdirmeden kahvaltısını yapıp hazırlanıp evden ayrılmaktı ancak salonda kimse yoktu. Namjoon'un önceki gece Jin'e verdiği eşofman altı ve tişört, yorgan ve yastıklar gibi katlanıp konulmuştu. Namjoon kaşlarını çattı. Herif gecenin bir yarısı gelmişti ve sabahın köründe mi ayrılmıştı?

Omuz silkti. Onu ilgilendiren bir durum yoktu, hatta Jin'le muhatap olmak zorunda kalmadığı için sevinmişti bile.

Islık çalarak banyoya girdi.

Dün gece Jin onun yanına geldiğinde ondaki garip hâli düşünüyordu. Sanki bir hafta önce bıraktığı Jin gibi değildi, hâlâ gıcık ve can sıkan lafları vardı ama bakışlarında bir farklılık seziyordu. Bu farklılık daha kapıyı ona açar açmaz yüzüne vurmuştu sanki.

Hiçbir zaman onun bir maske taktığını, insanları kandırdığını düşünmemişti. Dürüsttü Jin, ne düşünüyorsa söylüyordu, tabii Namjoon bu dürüstlüğün farkında olurken onun için söylediği imalı sözlerin de gerçekten kendisini sinir etmek için mi söylediğini yoksa bu konuda da dürüst olup olmadığını kestiremiyordu. Bu durum can sıkıcıydı.

Evin içinde biraz gürültü olsun, biraz da düşüncelerinden sıyrılsın diye radyoyu açtı ve kahvaltısını yaptı. Dışarıdan bakıldığında her şey aynı gibiydi, yine her zamanki Namjoon'du, aynı saatte uyanıyor, aynı şeyleri yiyerek kahvaltı yapıyor ve aynı kanalı dinliyordu. Kimse, Namjoon'un hayatının on gün evvel değiştiğini bilmiyordu. On gündür bir insandan sırf hırsız diye nefret ettiğini bilen yoktu, o insanla aynı evde bulunmanın onu nasıl tedirgin ettiğini ve öyle birinin arkasından bir iş çevirdiğini...

Askılıktaki kabanını giyerken kaşları hafifçe çatıldı. Demek sadece on gün olmuştu...

Ellerini kabanının cebine yerleştirip yürüdü. Yağmur dinmiş olsa da soğukluk hâlâ oradaydı.

Bu sefer yürürken dikkatli idi, dalgın değildi ve su birikintilerine basmıyordu. Fırının önünden geçerken kapalı olduğunu görmek dikkatini çekti. Sonra hatırladı, bu hafta fırın hep kapalıydı. Oysa Namjoon bilirdi, Taehyung her sabah erkenden gelir, açardı fırını. Bu saate kadar da taze ekmekler, çörekler hazır olurdu. Eliyle çenesini kaşıdı. Kendi derdinden mahallede olan biteni fark edemiyordu. Bu, eski Namjoon değildi. Tamirhaneye gitmekten vazgeçip karşı kaldırıma geçti. Hoseok'un her şeyi bildiğinden emindi.

Markete girdiğinde Hoseok'u kasanın öteki tarafında düşünceli bir hâlde iken buldu. Arkadaşı baya karalar bağlamıştı. Onu böyle görmek, aklına Taehyung'la ilgili bazı olasılıklar getiriyordu. Yine de yüzünün düşmesine izin vermedi ve neşeyle Hoseok'a selam verdi.

Oysa Hoseok'ta neşeye dair eser yoktu, kapıda beliren Namjoon'a göz ucuyla bakmış ancak gülümseyememişti. Namjoon buna iyice dertlendi ve olanları öğrenmek için hemen yanına ilişti. Bir yandan da günlerdir bu durumu fark edememiş olmaktan utanıyordu.

"Jimin'in geçen gün Taehyung'a verdiği zarf vardı ya hani?" Namjoon başını salladı, zarfı da Hoseok'un o an marketi nasıl hızla terk ettiğini de hatırlıyordu. "İşte o icaz mektubuymuş. Burunlarına kadar borca batmışlar meğer. Ödemeleri için iki hafta süre veriyorlar. Çoktan bir hafta geçti Namjoon, elimden bir şey gelmiyor. 'Ben size yardım ederim' dedim, 'ne kadarsa borcunuz kapatırım, bir şey de istemem' dedim. Dinlemiyor beni, dinlemedi. Hem tüm gün omzumda ağladı hem de uzattığım eli tutmadı."

Hoseok gözü fırında eliyle yüzünü sıvazladı. Taehyung'un gururuna canı sıkılıyordu. Oysa Hoseok öylesine biri miydi? Hoseok yardım etmeyecekti de kim edecekti?

Namjoon ise sıkıntılı ve derin bir nefes aldı. Demek Taehyung'un çok borcu vardı. Bir anda, "Bana neden söylemediniz?" diye patladı. Neden şimdi haberi oluyordu, neden kimse gelip ona bir şey dememişti?

Hoseok burnundan güldü. "Söyleyip de ne yapacaktın? Sen aynaya bakıyor musun hiç Namjoon? Şu yüzünün, şu gözlerinin hâline bir bak oğlum! Var işte senin de bir derdin belli, uyumuyorsun. Nereye söyleyecektik sana?"

"Yok benim bir şeyim!" dedi, sonra durdu. "Fırın niye kapalı? Yoksa el mi koydular?"

"Yok," dedi Hoseok. "En azından henüz değil. Taehyung'un annesi hastalanmış. Soğukta ciğerlerini üşütmüş kadın. Biliyorsun, çocukların yaşı daha küçük. Taehyung kimseyi bırakıp da evden dışarı adımını atmıyor." Hoseok daha fazla bir şey söylemedi, sessizliğe büründü. Namjoon da bu arada düşünüyordu. Bir şeyler yapılmalıydı. Tüm mahalleliden para toplasalar, herkesin durumu belliydi. Namjoon kendisi bir şeyler yapmalı, parayı kendisi bulmalıydı. Buna mecbur hissediyordu kendini. Bencilce davrandığını düşünüyor, aklını sadece ismini bile bilmediği bir adamla meşgul ettiğinden çok sevdiği insanların nasıl zor durumda olduklarını görememesine sinirleniyordu.

"Parayı ben bulacağım," dedi. Nasıl yapacaktı, henüz kendisi de bilmiyordu ama bu konuda kararlıydı.

***

Kıyıda köşede birikmiş birkaç bin wonu vardı ancak bu neye yeterdi? Zaten kendi durumu, tamirhanenin durumu belliydi. Ne yapmalı da o parayı denkleştirmeliydi? Hoseok'un söylediği meblağ da baya yüksekti, öyle çabucak toplanacak bir para değildi.

Demek yalnızca bir haftaları kalmıştı.

Namjoon iyice gerildi. Nasıl olacaktı?

Nasıl olacağını bir kenara bırakmaya karar verdi. Elbet olacaktı ama önce Pembe Panter'den kurtulmalıydı. Onun hayatına girmesiyle her şey tepetaklak olmuştu, herifin varlığı elini ayağına dolaştırıyordu. Önce onu halletmek gerekliydi, bu yüzden postaneye yürüyordu. Mahalledekine değildi ama, orada çok fazla insan kendini tanıyordu, farklı bir yere gitmeliydi.

Aniden kaldırımın üzerinde durdu. Evet, zarfı farklı yerden postalamanın daha doğru olacağını düşünmüştü lâkin zarfın içinde yazan "Pembe Panter Burada" cümlesi polisi yanıltabilir, bu da zaman kaybına sebep olabilirdi.

"Aptal Namjoon, aptal, aptal!" Sinirle elini kabanının iç cebine attı ancak kabanının bir iç cebi yoktu. Kaşları çatıldı, diğer tarafı denedi, ama hayır, bu kabanın iç cebi yoktu.

Zarf. Gazete küpürleri. Broş. Pembe Panter. Borç. İsmini bilmiyorum. Onu derhâl kovmalısın. Sen yapmazsan ben yaparım. Polis. Postane. Jimin. Zarf. İcra Mektubu. Radyo. Namjoonie. İyi geceler öpücüğüm eksik kalmış. Seni tanımıyorum. Seni tanımıyorum. Zarf. Jin. İsmini bilmiyorum. Beni tanıyorsun. Annesi ciğerlerini üşütmüş, evden dışarı çıkmıyor. Özlenmişimdir diye geldim. Şu hâline bak! Uyumuyorsun belli. Zarf.

Kalbi birden hızlı hızlı atmaya, olduğu yerde başı dönmeye başladı. Dün Jin'in de askıya kabanını astığını hatırlıyordu. Besbelli sabah çıkarken kendi paltosunu giyip gitmişti.

Namjoon alt dudağını dişlemeye, ensesini kaşımaya başladı. Kaban Jin'deyse -ki görünüşe göre öyleydi- zarftan haberi olmaması imkânsızdı. Olduğu yerde yere çöktü. Her şey mahvolmuştu, oysa ondan kurtulmaya çok yaklaştığını hissediyordu.

pembe panter | namjin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin