3: Bir Küçük Kargaşa

692 52 7
                                    

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

Gözlerimi atmak üzere olan şafaktan çekip, etrafta gezdirdim. Karanlığın esaretinde bir tek ben kalmıştım kalmasına ama her ihtimale karşı tedbiri elden bırakamazdım. Peşimdeki adamlar yaklaşık yarım saat önce ormanın derinliklerine girmiş ve bütün sesler kesilmişti. Gözlerim etrafta herhangi bir hareket yakalayamadığında onları kapatıp, işitmeye odaklandım. Rüzgarın savurduğu yaprakların hışırtısı ve hayvan seslerinden başka ses yoktu ortalıkta. 

Bütün gece uyumamış olmamın bedenime veya zihnime hiçbir olumsuz etkisi yoktu. Üç gün boyunca uykusuz kalabiliyordum. Bunda en büyük pay şüphesiz babamın ve verdiği askeri eğitimindi. 

Güneş tan yerini ağartmaya başladığında yavaşça bulunduğum daldan inmeye başladım. Şuan yapabileceğim en doğru şey kalabalığın arasına karışmak ve bir yolunu bulup dikkat çekmeden sarnıca gitmekti.  

Cesedin tam gece yarısında sarnıçta belirdiğini izlediğim kamera kayıtlarından dolayı hatırlıyordum. Dahası ben de buraya hemen hemen aynı saatlerde gelmiştim. Buradan hareketle sarnıçta bulunan geçidin büyük ihtimalle gece yarısı aktif hale geldiğini düşünüyordum. Üstelik oraya kontrol amaçlı gelen askerler de sanki sürenin geçmesini beklemek ve yanlışlıkla ışınlanmamak için bir kaç dakika geç gelmişlerdi. Ve yine büyük ihtimalle gece yarısını geçtikten sonra, gelen var mı diye kontrol ettikleri gibi gece yarısından önce de giden var mı diye kontrol ediyorlardı. Ayrıca bu gece beni orada bekleyeceklerdi çünkü geleceğimi biliyorlardı, bilmedikleri şey ise hepsine yetecek kadar mermim ve onu ateşleyecek silahlarımın olduğuydu.

 Ne yapıp edip, bu gece sarnıca gitmeliydim!

Üzerinde bulunduğum daldan dikkatli bir şekilde inip nihayet ayaklarımı toprakla buluşturabilmiştim. Etrafı bir de aşağıdan kontrol edip herhangi bir hareketliliğin olmadığını teyit edince kıyafetleri aldığım evin olduğu yöne doğru yürümeye başladım. Bir yandan da boynumdaki atkıyı gözlerim dışında her yerimi kapatacak şekilde başıma sardım. 

Evlerin olduğu alana geldiğimde, eşyaları aldığım evden olabildiğince uzak bir şekilde yürümeye çalışarak bir yola çıktım. Etrafın ışımasıyla birlikte sesler de yükselmeye başlamıştı. Kalabalığın arasına girmek için seslerin çok çıktığı, tahminimce çarşı olan yere doğru adımladım. 

Gözlerim ortalıkta dolaşırken istemsizce bir kıyas yaptım.  İğne atsan yere düşmeyecek olan o kalabalık yerine şimdi geniş meydanlarda rahatça dolaşan insanlar vardı. Birbirine yabancı onlarca tenin istemsizce bir başkasında saliselik misafirlikleri yerine burada, bile isteye kucaklaşan, tokalaşan bir güruh vardı. Tam da Atilla İlhan'ın "Bu şehir o eski İstanbul mudur?" dediği noktadaydım.

Değildi.

Bu eski İstanbul, eskisi gibi değildi.

Dönemin şartlarını göz önüne alırsam, erkeklerle rahatça diyalog kurmam sorun çıkarabilirdi. Bu yüzden sarnıcın yerini sormak için bir kadın aradı gözlerim. Bulunduğum yerde herhangi bir kadının olmadığını fark edince biraz daha ilerledim. Zaten esnaf dükkanlarını yeni yeni açıyordu. Bir süre iki tarafı dükkanlarla kaplı olan çarşıda dolaştım fakat herhangi bir kadına rastlamadım. Bu durum istemsizce tedirgin etse de esnaf ve yoldan geçen diğer insanların bana olan bakışlarında herhangi bir tuhaflık yakalamadığım için çok sorgulamadan ve yolumu değiştirmeden ilerlemeye devam ettim. Bir yandan da tanıdık olabilecek bir yerler arıyordum. Ama kahretsin ki, hiçbir yer tanıdık değildi. Neredeyse çarşıda iki saatimi harcamıştım ve artık güzergah değiştirmem gerektiği kanısına varmıştım.

ZAMAN SARNICIWhere stories live. Discover now