14: Üç Noktadan İkisi

499 48 18
                                    

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum olarak nokta(.) koyarsanız, düzeltmem daha kolay olur. Şimdiden teşekkürler, iyi okumalar.

"Parakalo." karakteristik sesi kulağımda yankılandığında, ilk sınavımın başladığından emin olmuştum. Söylediği kelime modern Yunancada 'lütfen, buyurun, rica ederim' gibi anlamalarının yanı sıra 'Hoş geldin' gibi bir anlama da tekabul ediyordu. Mora'da yaşadığımı ve oralı olduğumu söylediğim için benim Yunanca bilip bilmediğimi test ediyordu. Dahası, kullandığı kelime modern bir kelime olduğu için bugünün Mora'sında kullanılmadığından da emindim.

Onun düşüncesine göre bakarsak Yunanca bildiğim zaten Yunan olduğumu söylediğimden anlaşılıyordu. Çünkü gizli bir kimlikle başka bir milletten gibi davranıyorsan o milletin dilini bilmen gerekirdi. Yunanca bildiğim, ve görünüş açısından da benzediğim için Yunan olduğumu söylemiştim. Yunanca biliyordum ama tahmin ettiği gibi modern bir Yunancaydı. Tahmin edemediği şey ise, kulanılan kelimenin modern mi yoksa eski mi olduğunu biliyor olmamdı. Yani eğer Yunanca bilgime güvenip kelimeyi anladığımı belli edersem zaman seyyahı olduğumdan bir kez daha emin olacaktı. İçimden gülüp, boşta kalan elimle ağzımı kapatan eline hafifçe vurmaya başladım. Hafifçe aralanan eli sayesinde sahte tedirginlikte, hızlı soluklar alıp vermeye başladım.

"Ne- ne diyorsun sen?" söylediklerim ve korkmuş halim karşısında gardını indirmek üzere olduğunu, yavaşça aşağıya doğru inen elinden anlamış ve buna müsaade etmemek adına boştaki kolumun dirseğiyle göğsüne sağlam bir vuruş yapmıştım. Onun toparlanmasına fırsat vermeden yanımdaki kolunu bükmüş ve bu kez ben onun arkasına geçmiştim.

Şehzademizin uzun boyu ve iri vücuduyla önümde direk gibi durması sinirimi bozduğundan dizinin arkasına tekme attım ve yere diz çökmesini sağladım. Bu küçük zaferimin sarhoşluğuna kapılmama izin vermeden hızla yerinden kalktı ve bu kez yüzüm ona bakacak şekilde duvara yasladı.

O beni duvara yaslamadan hemen önce,  çıkardığını son anda fark ettiğim hançeri boğazıma dayamıştı, benim hançerim ise onunla eş zamanlı olarak göğsüne yaslanmıştı.

Koridoru aydınlatan meşalelerin ışığı keskin hatlı yüzüne gölgeler düşürürken, karanlık ve keskin bakışlarını gözlerime dikmişti. Benim bakışlarımın da ondan eksik kalır yanı yoktu. Sert soluklarımız yüzünden göğüslerimiz birbirine çarpıp geri çekilirken, ikimizde karşımızdakinin yapacağı hamleyi kaçırmamak adına gözlerimizi dahi kırpmıyorduk.

Hamleleri ve takındığı tavırdan anladığım kadarıyla, ya bu dönemin askeri eğitimleri bizim zamandakiyle aynıydı ya da bu şehzadeyi benim zamanımdan biri eğitmişti. Muhtemelen ikinci seçenek doğruydu. Zaten en baştaki nefes kontrolü de şüphelendirmişti beni.

"Derdin ne senin? Ne yapmaya çalışıyorsun?" sinirli çıkan sesim karşısında dudağının bir kenarı alayla yukarıya doğru kıvrılmış ve gözleri hafif kısılmıştı.

"Sence?" ukala tavrı sinirime sinir ekliyordu. Ama bunu belli etmek yerine sözlerime ve bakışlarıma alay ev sahipliği ediyordu.

"Bunların hepsi o gece odana gelmeyi kabul etmedim diye değil mi?"

Başını geriye atarak küçük bir kahkaha atmış, bir adım geri çekilerek hançerini belindeki kuşakta bulunan kınına yerleştirmişti. Bana alan açmasıyla ben de hançerimi yerine yerleştirdim ve başımı kaldırıp ona bakmaya devam ettim.

"O gece gelmedin ama, bugün geldin." gözlerimi devirdim.

"Sana mı geldim? Arkadaşlarımı görmeye geldim."dedim ters ters.

Önümden çekilip koridora çıktı ve eliyle, yürümem için işaret verdi. Omzumu silkeleyerek yürümeye başladım. O da hemen yanımdan ilerliyordu.

ZAMAN SARNICINơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ