16: Yanıklar Ve Yankıları

449 50 11
                                    

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum olarak nokta (.) bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

Bölüm Şarkısı => Lana Del Rey - Dark Paradise
Bölüm için çok güzel bir fotoğraf buldum fakat burada sebebini bilmediğim bir şekilde yayınlayamıyorum. İlgilileri instagramdan bakabilirler. Link profilimde.

Yaklaşan adım sesleri beni içine daldığım düşüncelerden arındırırken tüm algılarım açık bir şekilde bana doğru gelen kişiyi görmek için, başımı koridorun sonuna doğru uzattım. Köşeyi dönen bir ağa ve cariyeyi görünce üstüme alınmadan kendi yoluma ilerlemek için ilk adımımı attım.

"Gonca Hatun!" koridorda bana iyice yaklaşan cariyenin sesiyle ikinci adımımı atamadan durmak zorunda kalmıştım. Konuşmaya gerek duymadan sorgulayan bakışlarımı atmakla yetinmiştim.

"Sizi bir yere götürmemiz emredildi."

"Kim emretti?" aklıma iki ihtimal geliyordu, ve bunların içinde şehzadeyi direkt elemiştim. O şu an yaşadığı kimlik karmaşasıyla boğuşuyor olmalıydı. Muhtemelen yine Valide sultan çağırtmıştı beni.

"Bize sadece sizi oraya götürmemiz emredildi." kendince yeterli gördüğü açıklamayı kestiğinde, başımı sallayıp yanlarına doğru yürüdüm. Bakalım kim, neden çağırmıştı beni?

Yine de tedbirli olup, bir saray entrikasına kurban gitmemem gerektiğini zihnimin en önemli köşesindeki billboarda asmıştım.

Yanlarına gelince onların yönlendirmeleri ile saray koridorlarında kendimce cirit atıyordum.

"Buradan sonrası yalnızsınız." cariyenin sesiyle bir ona, bir de karşımdaki kapıya baktım. Tereddüt etmeden ama dikkatli bir şekilde kapıyı tıkladım ve benim için açılmasını bekledim. Kapı açılır açılmaz beni karşılayan geniş teras akşam göğünü büyük oranda gözler önüne seriyordu. Serin bir yaz meltemi tenimi okşayıp geçerken içeriye doğru temkinli bir adım attım. Benim kapı hizasından çıkmamla kapanan kapıya omzumun üzerinden bir bakış attığımda kapıyı açan muhafızların alandan ayrılmış olduklarını gördüm.

İçeriyi anlamlandırmaya çalışarak süzerken, meşalelerle aydınlanan terasta herhangi birinin varlığını görememiştim.

Aklımda onlarca tilki dolanıp binlerce ihtimali kulağıma fısıldarken, terasın ucuna doğru yaklaşıp, karnımın biraz daha aşağısında kalan balkon duvarına tutunarak manzarayı izledim. Şu an dünya yansa umurumda olmazdı sanırım. Eski rengarenk ışıkların altındaki İstanbul ile şimdi küçük küçük yanan, ve uzaktan ateş böcekleri gibi görünen İstanbul gece ile gündüz kadar farklıydı. Ve ben bu farklılıklar içerisinde kaybolmak üzereydim. Belki de çoktan kaybolmuştum da kendi kendime bile olan uzaklığım yüzünden anlayamıyordum.

Şiddetini biraz daha artıran rüzgar sayesinde, saçlarım ve elbisemin etekleri geriye doğru uçuş uçuş olurken ben gözlerimi kapayıp rüzgarı sonuna kadar hissetmeyi bekledim. Sadece yüzümle hissetmek yeterli gelmediğinden elimi de boşluğa doğru uzatarak rüzgarın parmaklarımı sertçe okşayışını hissettim.

Anın büyüsüne kapıldığım bir anda boşluktaki elimin aniden tutulup çekilmesiyle dengemi sağlamakta zorlanarak elimi tutan ele tutundum. Yüzüne bakmasam da rüzgarın taşıdığı, çam ormanlarını andıran, kokusu sayesinde beni tutanın şehzade olduğunu anlamıştım. Bedenim bu tutuşla yana doğru savrulduğunda diğer elini belimi tutmak için kullanmıştı. Bir elim parmaklarının arasında tutsakken, diğer elim göğsünde yer edinmişti.

Başımı göğüs hizasından kaldırıp yüzüne çevirdiğimde onun kahvelerinin de beni izlediğini gördüm. Rüzgarın uçuşturduğu saçlarımın bazı tutamları yana doğru savrulup, en fazla bir - iki haftadır uzatılıyormuş gibi duran sakallarına tutunuyordu.

ZAMAN SARNICIWhere stories live. Discover now