15: Taş Duvarlarda Sızıntı

456 52 12
                                    

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum olarak nokta (.) koyarsanız sevinirim. İyi okumalar.

"Sen kimsin?" sesi kim olduğumu sorgular gibi değil de buraya ait olmadığımı biliyor gibi çıkmıştı. Bakışlarım saliselik bir anda arkasına kaydığında, geçen sefer geldiğimde tartıştığım cariye Bahar'ı buldu. Bana attığı sinsi bakışlar eşliğinde sultan hanımın bakışlarının sebebini de anlamış oldum.

"İsmim Gonca sultanım, saraydan değilim." ortaya çıkması son derece muhtemel olan bir mevzuyu saklamak gibi bir derdim yoktu.

"Gonca mı? Bana başka bir şey denmişti?" gözlerini kısarak benim tavırlarımı inceledi, daha sonra başını tam çevirmeden omzunun üzerinden Bahar'a ters bir bakış atıp bana döndü. Bahar'a baktığı gibi bir terslik yoktu bana ola bakışlarında.

"Yakın zamanda ismimi değiştirdim sultanım, önceki adım Helen'di. Saraya bu ikinci ziyaretim. Sanıyorum ki adımı söyleyenler," deyip karşımdaki sultanın bakışlarıyla yarışır bir terslikte Bahar'a baktım. "...bu durumu bilmediklerinden, size öyle iletmişler."

Bahar'a bakışlarımı yakalayan sultan hanım, hafif bir tebessümle başını salladı.

"Daha önceki gelişini duymuştum ama seninle görüşmek nasip olmamıştı. Şimdiye kısmetmiş."

"Doğrudur sultanım." neyseki kadın gerçekten sultan çıkmıştı da, büyük bir gaf yapmaktan kurtulmuştum.

"Gel bakalım Gonca, seninle biraz hasbihal edelim." deyip yürümeye başladığında ilk başta olduğum yerde ne yapmam gerektiğini düşündüm. Daha sonra Reyhan'ın ittirmeleri sonucu sultan hanımın peşinden yürürken buldum kendimi.

Kızlarla oturduğumuz yerden daha yüksek bir oturma alanına geçtiğinde ben de gidip karşısında ayakta bekledim. Askeriyede komutan izin verse dahi oturamazdın, burada da benzeri bir hiyerarşi gözetmek sanırım benim yararıma olacaktı. En azından oturmamı teklif etmelerini beklemem gerektiğini düşünüyordum.

Kırklı yaşların sonlarında gözüken sultan zarif hareketlerle yerine kurulurken, omuzumun üzerinden arkamda kalan kızlara bir bakış attım ve hemen hemen herkesin bize baktığını fark ettim. Başımı tekrar sultana çevirdiğimde baştan ayağı beni incelediğini görmek istemsizce gerilmeme sebep olmuştu.

Nihayet incelemeyi bitirdiğinde yüzünde yine o nazik tebessüm vardı. Bu tebessüm sanki yüzüne yapışmış ve olağan ifadesi gibiydi. Başka bir mimik yapmadığı her an yüzünde bu tebessüm var gibiydi. Zamandan ve mekandan bağımsız olarak söylüyordum ki, çok asil bir duruşu, zarif bir görüntüsü vardı.

Eliyle yanındaki minderi gösterdiğinde, kararsız bakışlarla yüzüne baktım. Oturdum diye kellemi vurdurmazdı değil mi?

Bakışlarımı yakalamış olacak ki, daha samimi bir tebessümle gözlerini kapatıp açtı ve tekrar minderi gösterdi. Kararsızlığım devam etse de uzatıp kadını da sinirlendirmek istemiyordum. En nihayetinde işin ucunda kellem vardı.

Onun zarifçe süzülüşünün, bir tüy gibi mindere konuşunun aksine ben hayvan gibi oturacaktım ki, yine kendimi frenleyip soylu bir hanım gibi, sultanı taklit ettim.

Ben hemen yamacına otururken sultanın yanında gezen cariyeler bizden bir iki adım uzakta ayakta dikiliyorlardı. Diğer kızlara tekrar bir bakış attığımda onlarında yerlerine oturduklarını, kendi aralarında konuşuyormuş gibi yapıp bizi gözetlediklerini gördüm.

"Anlat bakalım Gonca hatun, kimsin, nesin?" sorusu karşılığında derin bir nefes alarak, inandırıcı bir ses tonuyla herkese anlattığım hikayeyi bir de sultana anlattım. Ailemle ilgili durumu öğrendiğinde taziyelerini iletip, metin olmam gerektiğiyle ilgili birkaç teselli cümlesi sıraladı.

ZAMAN SARNICIWhere stories live. Discover now