Kısım 4 - MEMLEKET

21 2 3
                                    

Hepimiz hazırdık. Sabahın dokuzunda hepimiz, daha doğrusu bir çoğumuz uyandık. Birbirimizi arayarak uyanık olup olmadığımızı ögrenmeye çalıştık. Bir kişi telefonları açmadı. Bu kişi Wiz idi. Herkes Wiz'e sövüyodu. Aradan yarım saat geçtikten sonra Wiz bizi arayıp, "Telefon sessizdeydi, duymadım. Özür." dedi. Bununla birlikte herkesin uyanık olduğunu ögrenmiş bulunmaktayım.

Herkes gar meydanına toplandı. İlk giden kişi ben ve Wiz idi. Yolda buluşup beraber gittik. Vardığımızda saat on buçuk olmuştu. Herkesin gelmesi on beş dakika sürmüştü. En son gelen Rulie olmuştu. Rulie'den bir ricada bulunmuştuk, bu rica; annesinin arabasıyla bizi gideceğimiz yerin yakın bir yerine bırakmasıydı. Kabul etti.

Arabaya bindik. Şöför koltuğunda annesi, ön koltukta Rulie, arka sağda Tomris, ortada ben, solda Goebbels ve ikimizin arasında ise Wiz vardı. Sıkışıktı. Kimse kucakta gitmek istemiyordu. Giderken şarkı söyledik ve gideceğimiz yerin yakınındaki kameralara erişim sağlamak istesek bile sağlayamadık çünkü orda Wifi ile çalışan kamera yoktu.

Gideceğimiz yer Rulie'nin doğup büyüdüğü yer idi. Rulie bizim joker kartımız gibi olacaktı. Orayı bilen birisi bize çok şey katar.

Oraya varana kadar eşyalarımızı kontrol ettik (Godbbels ve Wiz ile. Kızlar eğleniyordu.). Eksiğimiz olmadığını öğrenince sevindim. Yanınıza aldığımız şeyler; iki adet uzun kalın ip, üç adet bıçak, bir adet laptop, telefonlarımız, gazı dolu zippo.

Gideceğimiz yerin merkezine bırakıldık. Yarım saate varmıştık. Rulie'nin annesi bizi dikkatli olmamız konusunda tembihledi ve bir şey olursa babaannesinin yanına gitmesini söyledi. Arabasıyla u dönüşü yapıp geri döndü ve gitti.

Gitmek istediğimiz yere yola koyulduk. Buralar çok güzel ve köy havasını güzel veriyordu. Gitmek üzere olduğumuz yer ormanlık kısım tarafında kalıyordu biraz. Yolda giderken biraz içeçek aldık, iki tane bir litrelik su attık çantaya ve ellerimize de soğuk çay aldık.

Gideceğimiz alana doğru giderken ormanın içinde bir patika bulduk. Bu bizim işimize gelirdi, yürünebilecek bir yol.

Yolun belli bir kısmında hatlar çok az çekmeye başladı. Hemen akıl edip haritanın ekran görüntüsünü aldım. Yürümeye devam ettik. İnternet ve hat çekmemeye başladı. Ormandan değişik kuş sesleri ve birkaç böcek sesi geliyordu. Böceklerden nefret ederim.

Patikanın sonuna gelip rotadan devam ettik. Aradık, aradık ve aradık. Sonunda vardığımız yerde hiçbirşey yoktu. Telefona baktığımızda hat çekiyordu ve doğru yere gelmiştik. Ama hiçbirşey yoktu.

Biraz daha etrafı incelediğimizde bir tahta tabela benzeri bir şey bulduk. Çok büyük bir şey değildi. Tabelada "Hoşgeldiniz gençler. Eğer bir umut bana geldiyseniz... ben burda değilim. Burda bulunduğum vakit benden bir anlık sinyal aldınız sanırım. Ama evim burada değil. Adınıza üzüldüm." yazıyordu.

Herkesin bir ümit ile geldiği bu yerden bulduğumuz tek şey bu tabelaydı. Tomris "Üzülecek bir şey, evet. Ama şöyle düşünün, adam buradaymış. Adam buradaysa bu şehirde yaşıyor demektir." bir yerde haklıydı. Herkes haklı olduğunu söyleyip teşekkür etti. Bunu düşününce haklılık payı vardı, ama eğer adam sadece yol üstünde buraya uğradıysa? Ya eğer burada bir işi varsa sadece, ve işi bitince şehrine geri döndüyse? Herneyse, bunların olması yerine aynı şehirde olduğumuzu düşünmek moral veriyor.

Geldiğimiz yoldan geri döndük. Biri beni mi izliyor? Bana öyle geldi sanırım. Burada beş kişiyiz ve en arkada ben varım. Altıncı hissim bana birinin izlediği yönünde sinyaller yolluyodu. Ama kimse yoktu, demekki izlenmiyorum.

Şehirde biraz dolandık. Güzel bir yer bulup güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıda yaşadığımız şeyi ve tabelayı tartıştık. Rulie'nin akrabaları ile (yakın akrabaları ile) karşılaşıp muhabbet ettik. İşlerimiz bitince Rulie'nin annesini arayıp bizi almasını istedik. Saat dört civarıydı.

Annesi gelip bizi aldı. Arabanın içindeyken rahatlamıştım, işimiz bitti ve üstümdeki izlenme duygusu kalkmıştı. Kendimce gereksiz triplere girmiştim.

Annesi bizi geldiğimiz gar meydanına yakın bir parka bıraktı. Saat çok da geç olmadığı için biraz daha takılır ve gezeriz diye düşünmüştük. Telefonum titredi, mesaj geldi sandım ve çok da önemsemedim. Telefon çalmaya başladı. Baktığımda ekranda kocama bir H harfi vardı ve birisi konuşmaya başladı. Hans idi! Tam konuşmaya başlamadan önce Goebbels'dan telefonundan ses kaydını açmasını istedim, sessizce.

"Tebrikler çocuklar! Sanırım lokasyona gitmek için biraz geç kaldınız. Notumu okudunuz mu peki?" deyip hafif bir gülümseme ile noktaladı Hans. Tomris atlayıp "Sen bizimle dalga mı geçiyorsun!" diye bağırınca Tomris'i hızlı bir sakinleştirme ye çalıştık.

Hans, ilk önce aptal bir kahkaha attı sonra hızlı bir ciddiyete bürünüp boğazını temizledi, "Ne dalga geçmesinden bahsediyorsun!? Ben bizzat oradaydım. Gerçi size bir açıklama yapmama gerek yok çünkü benim size ne yerimi söylemek gibi bir zorunluluğum var, ne de sizinle uğraşacak zamanım." dedi. Telefondaki H harfi birden yok oldu ve telefon yeniden başladı.

Goebbels'den ses kaydını akşam bana atmasını istedim. Bu ses kayıtlarını bilgisayar aracılığıyla bir flash belleğe atıyordum. Bu sayede internet üzerinden müdahale edilebilir hale gelmiyor. Herneyse. Herkes bu ani kapama üzerine biraz sinir olmuş, biraz da söylediklerini düşünmeye yönelmişti. Parka doğru yürüdük.

Parkın kafesinde göle yakın bir yerdeki masaya oturup garsonun gelmesini bekledik. Garson gelene kadar Wiz Hans'a küfürler yağdırmaya başlamıştı çoktan. Garson geldi ve siparişlerimizi verdik. Kafede vakit geçirdik ve sohbet ettik, işimiz bitince de evlerimize dağıldık. Akşam yorgunluktan yemek bile yemeden hızlıca uyumuştum.

Bu Hans denen adam gerçekten de bizimle oyun mu oynuyordu yoksa dediklerinde ciddi miydi. Olaylar nerelere gidecek?



Kod Adı - 53Where stories live. Discover now