• 4. BÖLÜM • "LİDER" •

2K 167 37
                                    


---------------------------------------------

Bacağıma sımsıkı sarılan Gece'yi benden ayırdıklarında, vücudumdan bir organım koparılıyormuş gibi hissettim.

"Bıraksana!" diye bağırdım kollarımı beni tutan kişiden kurtarmaya çalışırken. "Çocuklara zarar verirseniz..." diye başladım ama sonunu getirememiştim. Ne yapacaktım, onları öldürecek miydim?

İçlerinden biri aklımı okumuş gibi "Ne yapabilirsin ki?" dediğinde hepsi aynı anda güldü.

Karşımda durmuş, benimle dalga geçen adamın yüzüne tükürdüğümde gurur duymuyordum, aptallık ettiğimin farkındaydım fakat pişman değildim.

Adam kolunun tersiyle yanağını kuruladıktan sonra somurtmaktan sarkma derecesine gelmiş yüzünü ekşitti ve sağ yanıma öyle vurdu ki, kısa bir anlığına bilincimi kaybettiğimi düşündüm. Kulağıma vurmuş olmalıydı, aksi takdirde deli gibi çınlamasının başka nedeni yoktu.

Sağ kulağımdan süzülen kan yanağıma doğru aktığında beni doğrulamıştı.

Tan'ın isyan naraları sağlam olan kulağıma geliyordu ama tam anlayamıyordum. Vücudumun bu kadar zayıf olmasına şaşırdım, bir tokatla bu hale geliyorsam ikinci tokatta bayılabilirdim. Gece'nin haykırışları arasında ormanın dışına doğru iteleniyorduk fakat hala pes etmemiştim, dayak yeme riskini göze alarak karşı koymaya devam ediyordum.

On dakika sonra başladığımız yere geri döndüğümüzde içimi acı bir hüzün kaplamıştı.

Kaçamamıştık.

Köyün çıkışına yakın olan evimizin önüne getirilmiştik. Tilki döner dolaşır kürkçü dükkanına gelirmiş derler ya, işte o hesap. Askerler hala kendi aralarında bizle alay ediyor, kaçmaya çalışmamızın ne kadar saçma olduğundan bahsediyorlardı. Hepsini teker teker tokatlamak istiyordum. 

Evimizin önüne park etmiş üç cip vardı. Ciplerin birinden rütbeli bir asker indiğinde, rütbesiz asker açıklamaya başlamıştı bile. "İşte," dedi bizi tutan adamlardan biri. "Komutan Dante, istediğiniz kaçakları getirdik." Kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara karşısında pek şaşırmamıştım, zaten ihanetinin başka açıklaması olamazdı.

Bu yardım istediğim zengin adamdı.

Beni tutan kişi omuzlarımdan bastırıp zorla diz çöktürdü, Tan'ın küfür ettiğini duydum.

"Yine de, bu kadar adi olacağını bilemezdim." dedim arsızca sırıtırken. "Lidere götürün." dedi beni umursamadan. "O bunların hakkından gelir." Daha demin ona sırıtışımın intikamını alır gibi sırıtmaya başladı.

Çöktüğüm çamurlu zeminden zorla kaldırılırken, Evren'in ağlayışının sesi etrafı inletiyordu ve benim yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Annem de susuyor, olanlara boyun eğiyordu.

Ben öyle yapmayacaktım, bu zulme asla boyun eğmeyecektim.

Başka bir rütbeli askerin daha -onların deyişiyle 'Lider'in- önünde diz çöktürülmüştük. Evren hariç hepimiz aynı konumdaydık, Gece bile.

"Komutan Dante size yönlendirdi efendim. Kaçarlarken ormanda yakaladık." Adam, askerin dediğine şaşırmış olacak ki kaşlarını çatarak kafasını aşağı yukarı salladı. "Demek kaçıyorlardı..." dedi. Daha çok kendi kendine sayıklar gibiydi.

"Kaçmıyorduk. Size dersinizi vermek için daha güçlü dönmemiz gerekiyordu." dedim nefretle. Blöf yaptığımı anlamaması için dua ediyordum, salak gibi görünmek bir işime yaramazdı. Kafamı kaldırıp Lider'e baktığımda yüzünde memnun bir gülümseme vardı. "Neye gülüyorsun?" dedi Tan, aklımdaki soruyu dile getirmişti. "Cesur olduğunuzu sanıyorsunuz ama aptalsınız. Eh, bu da biraz komik." dediğinde, gülmek için yer arayan rütbesizler yine kahkahaya boğulmuştu.

"Ellerimi tutmuyor olsanız alkışlardım." dedi Tan. Yanımda olması beni iyi hissettiriyordu.

Lider kafasını aşağı yukarı sallarken, dudaklarını alayla bükmüştü. "Kadını ve çocukları ayrı bir yere koyun, yemek ve su verin. Bu iki genç benimle kalsın." İki kişi asker selamı verip annem ve çocuklarla birlikte uzaklaştı.

"Gece, Evren ve Kayra'ya iyi bak!" diye bağırdım arkalarından. Annem yaşlı gözleriyle arkasını dönerken ona son kez bakıyor gibi hissediyordum. Onlara zarar verirler miydi?

Onları... Öldürürler miydi?

Şu ana odaklandım, öyle yapmak zorundaydım. Aksi takdirde zayıf görünürdüm ve bu da karşımdakilerin beni kırılabilir görmesi demekti. Zaaflarımı onlara belli edemezdim, ailemi umursamıyor gibi davranırsam bana karşı ailemi kullanamazlardı. "Ee," dedim. "Bize işkence etmeyecek misiniz?"

"Hayır, sizi sevdim." dedi. "Bu yüzden; daha beterini yapacağım."

•••

Sarsılarak uyandırıldığımda ağzımda anlam veremediğim metalik bir tat vardı. Beni sarsan kişiye odaklanmaya çalışıyordum, POST askerlerinden biri olmalıydı. "Hadisene! Tatile mi geldin?" Gözlerimin önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp, benimle konuşan çirkin adama baktım.

"Ağzın lağım gibi kokuyor, şimdi benden uzaklaş." dediğimde kindar bakışlarını üzerimden ayırmadan geri çekildi. Dudaklarımı yaladığımda metal tadı arttı.

Elimle dudaklarımı sildim ve kanadığını gördüm, demek bu yüzden ağzım metal tadıyordu. Stresten uykumda dudaklarımı ısırmış olmalıydım. Normalde olsa bunun için sızlanırdım ama şimdi sırası değildi, boşvermişlikle "Ne istiyorsun?" diye inledim. Olduğum yerde doğruldum ve askere baktım.

Dünden beri herkesten ayrı tutuluyordum, son olarak Tan'ı da benden ayırdıklarında umutsuzluğa kapılmıştım ve tüm olanları düşünürken uyuya kalmıştım. "Lider çağırıyor." dedi. Daha deminki alaycı ifadesi yüzünden silinmişti. "Ona ordusunu da alıp defolmasını söyle." dedim umursamazca.

Yine de, gece düğmelerini çözdüğüm yıpranmış lacivert hırkamı tekrar ilikliyordum. "Defolana kadar yönetim onda, şimdi çeneni kapa ve benimle gel."

Tiksindirici bir ses tonu vardı ve yüzümü ekşitmeme neden olmuştu.

Saçlarımı dağınık bir at kuyruğu yaptıktan sonra ayağa kalktım. Acaba ailem ve Tan nasıldı? Gece ve Kayra çok korkmuş muydu? Gerçekten Lider'in söylediği gibi yemek ve su vermişler miydi onlara?

Aklımda bu gibi yüzlerce soru dolanırken askerin peşinden ilerliyordum. Yürüdüğümüz sokakta bin çeşit insan vardı. Etrafıma baktığımda görebildiğim tek şey ise; acıydı.

Herkes açlıktan veya susuzluktan inliyordu. Bazılarının kaptığı hastalık ileri seviyeye taşınmıştı. Sokağın köşesindeki duvara yaslanmış, vücudunda derin yaralar olan yaşlı bir adam kollarını delicesine kaşıyordu. Biraz daha devam ederse sarkmış etleri lime lime etrafa saçılacaktı.

Bir kadınla göz göze gelmiştik. Kucağında bir bebek vardı ve çığlıklarla ağlıyordu. Dudaklarını oynatarak "lütfen" dediğini seçebilmiştim kadının, ses çıkarmış mıydı bilemiyordum. Çıkarsa bile duyamayacak kadar uzağındaydım.

Daha fazla etrafa bakmak yerine bakışlarımı önümde uzayan yola indirdim, insanların haline acıyarak bir şeyi değiştiremezdim. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsam, bunu fiilen yapmalıydım.

Ve yapacaktım.

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin