• 16. BÖLÜM • "TUZAK" •

996 85 22
                                    

---------------------------------------------

Tan'la göz göze gelirken bir süre öyle durduktan sonra bakışlarımı ondan kurtarabilmiştim. Tan'ı özel kılanın ne olduğunu biliyordum, o gerçek bir POST askeriydi. Benim gibi eğitim aşamasında olanlardan değildi. Bu gerçek belki de ilk defa bize yardımcı olabilirdi. İlk defa hayat kurtarabilirdik.

"Kurşun hala içinde," dedi Tan, "Ameliyat gerekli." Gözlerimi sıkıca yumdum. Sürekli problem çıkmasından ve bu problemlere çözüm aramaktan bıkmıştım. Gözlerimi açtım ve bakışlarımı Profesör'e indirdim. Söylediklerinden sonra gücü tükenmiş gibiydi.

Bilincini kaybettiği bembeyaz yüzünden ve hareketsiz vücudundan belliydi. Az önceden beri kıpraşan kirpikleri ve göz kapağının altında hareket eden gözleri durulmuştu. "Şimdi ne yapacağız?" dedim endişeyle alt dudağımı dişlerken. "Ben ameliyat edebilirim." dedi Tan, beklemediğim bir cevaptı. "Sen mi?" dedim, dediğini algılayamamış gibi. Ensesini kaşıdı. "Şey evet, POST'ta bunları öğretiyorlar. Olası bir yaralanmaya karşı işte... Bana yardım et yeter." Kafamla onu onayladım. Profesör bizi kurtarmıştı, sıra bizdeydi.

Tan çantasından uzun ve geniş bir penye çıkarttı. Ne olduğunu sorarcasına ona baktım. "Uçan gözler geldiğinde girdiğimiz mağazadan aldım. Gece sokakta kalırsak falan üstümüzü örteriz diye düşünmüştüm." dedi. Tekrar kafamla onayladım, böyle detayların şu anda pek önemi yoktu. Tan'ın isteği üzerine Profesör'ün kafasını bacağımdan indirip dikkatlice demir platforma bıraktım. Dışarıdan tam bir ölü gibi görünmesi moralimi bozsa da, Tan'ın verdiği talimatlara uymaya devam ettim. Şimdi ölü değildi ama biraz daha vakit kaybedersek öyle olabilirdi. Tan, Profesör'ün kollarını kaldırırken bana da bacaklarından kaldırmam için işaret etmişti. Ayak bileklerini kavradım ve havaya kaldırdım. "Üç dediğimde platformdan kaldırıp penyeye bırakacağız, anlaşıldı mı?" dedi. Tan'a doğru baktım. Arkasınaki görüntü pek hoş değildi. Güneş iyice batıyordu ve birazdan bu ışıksız şehirde karanlığa gömülecektik. Yine kafamla onaylamakla yetindim. "Tamam o zaman. 1...2...3!" Profesör'ün havalandırdığım bacaklarını sıkıca kavradım ve var gücümle yukarı doğru kaldırdım. Platformdan havalandığını hissedebiliyordum, bunda Tan'ın daha çok katkısı olsa da beynimin içinde zafer çanları çalıyordu.

Zar zor taşıdığımız bedeni taş zeminin üzerine serilmiş penyeye yavaşça bıraktık. Bu süreçte Profesör'ün yüz kasları acı çekiyormuş gibi gerilse de, elimizden gelenin en iyisi buydu. Tan platformun üzerinde bıraktığı ilk yardım çantasını aldı ve Profesör'ün hareketsiz bedeninin yanına çöktü. Çantadan çıkarttığı küçük bir makasla Profesör'ün yaralanan bacağının etrafını saran kot pantolonu kesti. Önceden temizlediği halde tekrar eden kanı, renksiz sıvıyla bir kez daha temizledi. Kanlar sıvıyla birlikte zemine dökülürken, etin içine gömülen kurşunu görebilmiştim. Ardından kanın tekrar boşalışına ve kurşunun oluşturduğu oyuntunun etrafına doluşuna an be an şahit olmuştum.

Midemin döndüğünü hissettim.

Öğürtüler eşliğinde izlediğim görüntüye arkamı dönerken daha fazla dayanamayıp kusmuştum. Midem boş olduğundan genel olarak sadece ses geliyordu, bazen de sarı renkli bir sıvı çıkarıyordum. Tan yanıma gelemese de arkadan arkaya sürekli iyi olup olmadığımı soruyordu. Hoş, bu sorunun cevabı da belliydi. Yine de aksini iddia ederek "İyiyim." dedim çatallı çıkan sesimle. Ellerimi dayadığım taş zeminden destek alarak çöktüğüm yerden kalktım ve kolumun tersliyle ağzımı sildim. Dişlerimi fırçalamak istiyordum ama şimdi sırası değildi. Son bir kez daha tükürdükten sonra arkamı dönme gereği hissettim. Biraz daha çıkarttığım sıvıya bakarsam, yeniden kusabilirdim. "Şuradaki atlı karıncalardan birinde oturuyor olacağım. İhtiyaç duyarsan seslen." dedim Tan'a dönükken. Profesör'e bakmamaya özen gösteriyordum. Tan elindeki aletlerle o kadar meşguldu ki
beni duyduğundan emin değildim. Yine de belli belirsiz kafasını salladığını görür gibi olmuştum.

Ölü adamın yanında konumlanmış olan atlı karıncaya oturdum. Kafamı atlı karıncanın yelesine yaslayıp adamı izlemeye başladım. Ağzı ve gözleri açıktı. Tek kolu aşağı düşmüştü, diğer kolu ise karnının altında sıkışmıştı. Neden öldüğünü görmeye çalıştım. Sırtından vurulmuştu. Belki de göğsünden vurulmuştu ama mermi sırtından çıkmıştı, bunu öğrenmenin tek yolu gövdesinin ön yüzüne bakmaktı. Psikolojimi bozan görüntüye daha fazla bakmak yerine kafamı öbür tarafa çevirdim. Hayatımın geri kalanında da yeteri kadar ölü göreceğime emindim. Birini bu kadar incelememe gerek yoktu. Gözlerimi kapattım ve yüzümü yalayıp geçen rüzgarın beni rahatlatmasına izin verdim.

Kaç dakika öyle kaldım bilmiyordum, bir ara mutlu bir dünya hayal ettiğimi hatırlıyordum.

Daha sonra kafama bir şey dank etti.

Ya Profesör gibi hayatta kalıp, saklananlar varsa? Ya onlar da yardım bekliyorsa? Kafamı koyduğum yerden telaşla kaldırdım. Etrafı aramalıydım, eğer yardım bekleyen birileri varsa Tan onlara da yardımcı olabilirdi. Demir platformdan çıkan gıcırtılar eşliğinde platformdan atladım. Düşündüğüm şey beni o kadar heyecanlandırmıştı ki, koşuyordum. Koşarken bir yandan da etrafı tarıyordum. Ciğerlerime çektiğim aralıksız nefesler başımın dönmesine neden olmuştu. Buna rağmen durmayı bir an bile düşünmeden koşmaya devam ettim.

Devasa dönme dolabın yanına geldiğimde şaşkınlıkla duraksamıştım. Sebebi pek de uzaktan gelmeyen feryatlardı.

Bir kadın yardım çığlıkları atıyordu, bir bebek ağlıyordu ve iki küçük çocuk adımı bağırıyordu.

Bu ailemdi.

"Anne?" dedim fısıltıyla. Sonra olayın gerçekliğine varıp sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım ve az öncekinden daha sesli bir şekilde "Anne!" diye tekrarladım. Hiç durmayan çığlıklar kulaklarımı kesip atmak istememe neden oluyordu. Ailemin bu denli acı çekişini duyarken, onları bulamamak beni çıldırtıyordu. Ne dertleri vardı? Nerelerinden yaralanmışlardı? Belki de POST askerleri onları öldürmeye çalışıyordu. Bu düşünceyle biraz daha hızlandım. Kalbimin, kulaklarıma yaptığı baskıyı hissettim. Kan sanki diğer uzuvlarımı es geçerek sadece beynime pompanalanıyordu.

Ses sürekli hareket ediyor gibiydi, ben nereye doğru koşsam ses oradan geliyordu.

Koşmaya devam ettiğim sırada koştuğum yönün zıt tarafından Tan'ın sesini duydum. "Alya! Dikkat et!" Kafamı Tan'a çevirirken hızımı kesmeden koşmaya da devam ediyordum. Aniden sırtımda bir acı hissettim. Adımlarım yavaşlarken kulaklarım tıkanmıştı. Uzağımda duran Tan'ın ağız hareketlerini görüyordum ama ses çıkarıyorduysa da, duymuyordum. Beynime şok etkisi veren çınlamayla birlikte olduğum yerde durdum. Sırtımdaki sancıya neden olan şeyi tuttum ve çıkarttım. Saplanan bir iğneydi. Başım dönerken iğne elimden düştü. Gözlerimin kararmasıyla yüz üstü olacak şekilde yere yığıldım.

Bilincim kapanırken son duyduğum şey çatışma sesiydi.

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin