• 22. BÖLÜM • "YOLCULUK" •

497 39 15
                                    

---------------------------------------------
Burnumun üzerinde gezinen kelebeğin verdiği nahoş kıpırtıyla gözlerimi aralamıştım. Kelebek görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki... Ne kadar yüzümün üzerinde geziyor olması beni rahatsız etse de, hareketsiz kalarak gözlerimi tekrardan kapadım.

Bunca yıldan sonra, dünyanın sonu gelmişken; rengarenk kanatlarıyla yüzüme konmuş olan bir kelebek görmem tesadüf olabilir miydi? Belki de o; Gece ya da Evren'in hatrına gelmişti yanıma, belki de vermek istediği bir mesaj vardı.

Veya belki de ben sadece saçmalıyordum. Çünkü artık Evren'in ya da Gece'nin bana mesaj vermesi mümkün değildi, onları dün gömmüştük.

Onlar ölüydü.

Bu gerçek bir kez daha içimi gıcıkladığından sinirlenerek olduğum yerde doğruldum. Hem kelebeği kaçırmıştım, hem de Tan'ın üzerindeki ince örtüyü toplayarak açılmasına sebep olmuştum. Tan'ın uykusu da bozulmanın eşiğinde olacak, gözlerini açmıştı bile. "Günaydın." dedi çatallı sesiyle. Gülümsemeye çalıştım ve bende ona "Günaydın." dedim. "Rahat uyudun mu? Sen rahat uyuyabil diye Profesör'ü biraz toprağa ittirdim." dedi Tan, gözlerini ovuştururken. Söylediğine bir kez daha gülümsedim ve örtüyü tamamen üzerimden atarak ayağa kalktım. Söylediğinin ciddi olup olmadığını sorgulamayarak "Teşekkürler." dedim.

Ayağa kalkar kalkmaz etrafı toparlamaya başlamıştım. Bize ait olan ve kuru toprağın üzerinde öylece duran her şeyi tekrardan çantalara dolduruyordum. Tan'a döndüm ve "Profesör'ü uyandırır mısın? Güvenli Bölge uzakta olmalı. Acele etmeliyiz diye düşünüyorum." dedim.

•••

"Tamam," dedi Profesör, "Tablete göre sağa dönmeliyiz." Tan oflayarak arkasından geliyordu. "Tablet nereden yiyecek bulacağını da söylüyor mu? Çünkü ben söylüyorum ve ilk yapmamız gereken şey de bu." Profesör bezmişçesine tabletin kilitleme tuşuna bastı ve ellerini iki yana saldı. "Sürekli şikayet mi edeceksin? Çantalarımız yiyecekle dolu, idareli kullanırsak 2-3 gün yeter. Aynı şekilde su stoğumuz da var." Anlaşılan yine tartışacaklardı. Nedenini anlamıyordum. Sessizce dinlemeye devam ettim. "12 şişe suya 3 günlük stok mu diyorsun sen? Senin boşaltım sistemin yavaş çalışıyor olabilir ama herkesi kendin gibi sanma." Profesör ellerini kıvırcık saçlarına geçirdi ve gözlerini bir süreliğine göğe dikerek ağzının içinden söylendi. Onları izlemeyi bırakarak büyükçe bir taşın üzerine oturdum ve elimdeki kısa dal parçasıyla toprak zemini eşelemeye başladım.

"Alya, sence?" dedi Tan. Adımı duymamla refleks olarak kafamı kaldırmıştım. "Ben... bence mi?" dedim, anlamamış gibi. "Evet," dedi Profesör, sesi rahatlamış geliyordu. "Sana sormak en iyisi olacak, sence ne yapmalıyız?" İkisi de gözünü dikmiş bana bakıyordu, kendimi baskı altında hissetmiştim ve neye karar vermem gerektiğini bilmiyordum. Tekrardan toprak zeminle uğraşmaya başladım. "Şey... Yani bilemiyorum ki."

Tan aceleyle "Söyle işte, sence?" dedi. "Bence devam etsek iyi olacak." dedim. Tan'ı hayal kırıklığına uğratmış olmalıydım, tepkisini görmek istemiyordum.

İkisiyle de göz teması kurmadan elimdeki dal parçasını yere atarak ayağa kalktım ve Profesör'ün kavgadan biraz önce söylediği yöne saptım. Arkamdan geldiklerini adım seslerinden anlayabiliyordum.

Herkes tekrardan sessizliğe gömülmüştü.

Kimse neyden bahsetmesi gerektiğini kestiremiyordu. Lider'in yaptığı canilikten mi, Güvenli Bölge'den mi, ailemi kaybetmemden mi, dün gece ölümün eşiğine gelmemden mi, ne kadar süre yürüyeceğimizden mi... Kendi içlerinde ne düşündüklerini merak ediyordum, fikirlerini duymak istiyordum aslında. Ama bunu dillendirmekten de bir o kadar acizdim, kendimi hiç durulmayacak bir yorgunluk girdabına girmiş hissediyordum ve beni çekip çıkartabilecek bir şey var mıydı, emin değildim. Yürümeye devam ettim, yapabileceğim tek şey buydu. İntikam hissi henüz damarlarımda tazeyken, Güvenli Bölge'ye ulaşmalı ve Lider'i kendi ellerimle öldürmeliydim.

"Pişman olacaksınız." dedi Tan, sesi irkilmeme neden olmuştu. Profesör zaman kaybetmeden konuşmaya başladı. "Dediğini yapsaydık olabilirdik ama şim-" Lafının yarıda kesilmesiyle durakladım ve arkama baktım. Tan, koca bir çukurun iki adım gerisinde duruyordu. "Profesör nerde?" dedim korkuyla. Gözüyle önündeki çukuru işaret ederek "Düştü." dedi, ardından beklemeden yere yattı ve içeri doğru kafasını eğdi. "Profesör! Beni duyuyor musun?" Cevap gelmemişti. Ben de Tan gibi çukura doğru eğildim. "Profesör, iyi misin?" Hala cevap yoktu. "Profesör!" Bakışlarım Tan'la buluştu, onun da korktuğunu gözlerinden anlayabiliyordum.

"Ben iyiyim!" dedi, çukurdan gelen ses. "Ben iyiyim ama tablet kırılmış!" Elimi alnıma vurmamak için kendimi zorladım ve dudaklarımı kemirmeye başladım. "Emin misin?" dedi Tan, tablet olmazsa yolumuzu bulamazdık, böylece Güvenli Bölge hayallerimiz çöp olurdu. "Evet eminim. Beni buradan çıkardıktan sonra bunu tartışsak daha iyi olmaz mı?" Haklıydı, düşüncesizlik ediyorduk. Profesör olmadan tabletin önemi yoktu, bir kişi daha kaybetmeyi göze alamazdık. "Tamam, dayan biraz!" dedim ve ayağa kalktım.

Tan'ın arkasında gördüğüm şeyle beraber olduğum yerde sıçramıştım. Silahlı iki kişi bize doğru yürüyordu.

"Kaldır ellerini." dedi fötrlü adam. "Biz..." Konuşmama izin vermemişti. "Kaldır ellerini dedim!" Silahının ucunu biraz daha havalandırarak alnımı hedefledi. Ne yapacağımı bilemeyerek Tan'a baktım fakat diğer adam da Tan'ın arkasına geçmiş, ayağa kalkması için elindeki silahla onu dürtüyordu. Çaresizce ellerimi havaya kaldırdım, Tan da benimle aynı durumdaydı. "Ne oluyor orada?" dedi, Profesör. Sesi endişeli geliyordu. "Ne istiyorsunuz?" dedi Tan, sakince. "Sizi gördük! Tesisten geldiğinizi biliyoruz, POST'un ajanlarısınız!" Kafamı iki yana salladım. "Hayır, değiliz! Onlar ailemi öldürdü, karşılığında da bizi serbest bıraktılar."

Fötrlü adam kahkaha attı.

"Sen bizi saf mı sandın?" dedi, gülüşü arasında. "Oradan bakınca salağa mı benziyoruz? Ha!" Elindeki tüfekle omzumdan beni iteklemişti. Karşı koymadım ve izin verdim, silahsız olduğumuz için savunmasızdık. "Yapma." dedi Tan, eski sakinliğinde konuşuyordu. Yine de sabrının sınırında olduğunu hissedebiliyordum. "Bak bak! Kız arkadaşına dokunmam ağrına mı gidiyor?" Adam arkama geçerek belimden tuttu ve beni kendine çekti. Korkudan titremeye başlamıştım. Direkseklerimi kullanarak adamdan kurtulmaya uğraşıyordum. "Yapma." dedi Tan, burnundan solumaya başlamıştı ve yüzü gergin görünüyordu.

"Tan, sakin ol. Bir şey yapayım deme." dedim. Benim yüzümden onun da zarar görmesine dayanamazdım. "Yoksa ne yaparsın?" dedi fötrlü adam, Tan'ın dediğine karşılık. Diğeriyse hala silahını Tan'a doğrultmuş, bekliyordu. Tan boynunu kütletti ve dudaklarını dişledi. Ne yapacağı belliydi, adamın üzerine atlamak üzereydi ve adamın üzerine atlaması demek, ölmek demekti. Fötrlünün arkadaşı olan onu vururdu.

Peki ya ben ne yapacaktım? Nasıl engel olabilirdim?

Fötrlü adam beni kendine dayamış, avının korkusundan zevk alan vahşi bir köpek gibi hırlıyordu. Tekrardan Tan'a baktım, zaman ilerledikçe daha da sinirli görünüyordu. Fazla vaktim kalmamıştı.

Ne yapacaksam hemen yapmalıydım.

Aklıma gelen ilk fikirle harekete geçtim.

Yüzümü fötrlü adama çevirdim ve çenesinden tutarak onu kendime iyice çekip, öptüm. Fötrlü adamın arkadaşı arkadan ıslık çalıyor ve tezahürat yapıyordu.

Fötrlü öpücüğüme karşılık verirken, boşta olan elimle tüfeği tuttuğu kolunu yakalayarak belime sarmasını sağladım.

Elleri iyice gevşemişti. Beklediğim fırsat buydu.

Tüfeği tuttuğu elini tekrardan kavradım ve ani bir manevrayla adamı ittirerek tüfeği ele geçirdim.

Namlunun ucunu fötrlüye çevirdikten sonra bakışlarımı Tan'ın arkasındaki adama döndürdüm. "Silahını indirecek misin yoksa arkadaşının kafasını mı uçurayım?"

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin