Eski Tanışıklıklar

46 25 8
                                    

Anılarını bıraktığı sokaklardan
geçmeye korkanlara ithafen.

-------

Leyla'nın Ağzından...

Dün gece yaşananlar hala aklımda, aslına bakılırsa hiç aklımdan çıkmadı. Genç adamın o durumu, kirli sakallı esmer yüzünün kan ile boydan boya boyanması... Sadece düşünmek bile midemi yerinden kaldırıyor, dünden beri tamı tamına on bir defa kusmama rağmen. En çokta içimi yakan şey o çocuğun ailesinin yaşayacağı hüzüntü ve acı.

Dün gece gördüğüm şeylerden sonra sadece iki defa uykuya dalabildim, onların sonucunda da korkunç rüyalar ile çığlık atarak uyanmıştım. En kötü şey ise gözümü her kapattığımda o görüntü zihnimde bir kez daha canlanıyordu, farları gece karanlığında açık olmayan bir tır, şarkı söyleyerek mutlu bir şekilde dolaşan enç ve o an... Genç adamı ilk önce havaya uçuşu ve ardından tırın altına girmesi...

Bu korkunç görüntü anbean zihnimin köşelerinde dönüp duruyordu ve her tekrar gözlerimin önünce canlandığında gerim gerim geriliyordum. Bugün yapacağım birçok şeyi hasta olduğum yalanıyla başka zamana ertelemiş bazı şeylerden ise mahrum kalacak telafi edemeyecektim. Bunların en başında yazma kursumun bugünkü dersiydi, haftada sadece iki adet ders alabiliyor başka ders alamıyorduk özel ders gibi bir durumda öz konusu olmadığı için iki ders eksik kalacaktım.

Ama bunların haricinde daha çok zihnimi kurcalayan bir şey vardı. Karanlıktan dolayı pek anlayamadığım -zaten yüzü de boydan boya kan ile kaplanmıştı- yüz oldukça tanıdık ve bir o kadar da yabancıydı.

Uzunca bir süre bu yüzün kime ait olduğunu düşünsemde maalesef bulamadım ve daha fazla ne bu olaya ne de bu yüzün sahibine kafa yormamaya kadar verdim. Benim ruhumu dinlendiren ve sakinleştiren, dünyadan uzaklaştıran tek şey yazmaktı. Daha çok küçük yaşlarda yazmaya başlamıştım, küçüklükten beri aşık olduğum bu hobi zamanla benim için gerçek dünyadan uzaklaşmak için kullandığım bir terapiye dönüşmüştü.

Son zamanlarda kendimi geliştirmek için en çok kullandığım yöntemlerden birisi bir mektup yazmaktı, zaman geçirmek için bunu yapmaya karar verdikten sonra elime hızlıca bir kalem ve kağıt geçirdim.

Kendisine mektup yazmayı planlayan Leyla'nın aklına başka bir fikir gelmişti, madem dün geceki olaylar aklından çıkmıyordu, o zaman dün gece kaza yapan adama bir mektup yazmalıydı. Kaldığı hasthaneyi biliyordu, çabucak mektubunu bitirip ona mektubunu teslim etmek istiyordu ve uyandığında onun yazdığı mektupla karşılaşmasını istiyordu. Bir insana moral verecek olmanın umudu onu oldukça mest etmişti, ve ona yazmaya başladı... Yazdığı adamın onu her şeyi yaptığından habersiz bir şekilde yazmaya başladı, adını bile bilmediği ona...

Sevgili beyefendi,

Beni tanımazsın bilirim, bu mektubu okursun ya da okumazsın bilemem ancak sana canı gönülden geçmiş olsunlarımı iletir bir an önce iyileşmeni diler ve seni saygıyla selamlarım.

Amacım sana azda olsa moral olabilmek, o yüzden sana bu mektubu yazıyorum, ismini bilmiyorum ancak ben Leyla pek memnun oldum.

Sana bugün bir hikaye anlatmak istiyorum, umarım beni dinlersin.

Aşık ile Maşuk... Hepimizin bildiği yöresel iki adet karakter... Ama aslında hiçte öyle değiller biliyor musun? Aşık sevdasını kalbinde hisseden, Maşuk ise takıntılı derecede aşık olan demek. Eski zamanlarda aşk doktoru denilen kişiler varmış, aşık olduğu test edilmek istenen kişi kalabalık bir meydanda bir sedyenin üzerine yatırılırmış ardından ona onlarca isim söylenir hepsinde de nabzı aşk doktoru tarafından kontol edilir, evlenmek istediği kızın ismi söylendiğinde eğer nabzı hızlanmıyorsa aşık sayılmaz ve düğün yapılmazmış. Tabii sadece hızlanan ya da hızlanmayan yani aşık ya da aşık olmayan diye ayırılmazlarmış birde gereğinden fazla hızlanan kişiler varmış. Nabızları gereğinde fazla yükselen kişi artık aşık değil, takıntı boyutunda aşık yani maşuk sayılırmış, maşukluk bir hastalık olarak kabul edilirmiş ve bu kişiler tedavi edilmeye çalışılırmış. Bundandır belkide yöresel bir oyun haline gelmiş olan Aşık ile Maşuk'daki Aşık karakteri daha derli toplu birisiyken Maşuk karakteri daha deli gibi davranırmış.

Ne demiş yazar, "Maşukluğun çaresi varda, aşıklığın var mı bilinmez..."

Her birimiz dünyaya renk katan insanlarız, sende dünyaya renk katan birisisin beyefendi o yüzden dileğim o ki yüzündeki tebessüm hiç solmasın, umutların hiç tükenmesin. İyi ki varsın beyefendi. Mektubumun üzerine bir dizi papatya koyacağım, kokularını soludukça bu kötü günleri unutman dileğiyle.

Sevgilerimle,
Senin için bir yabancı,
Leyla.

Leyla evindeki işlerini hızlıca bitirip dışarı attı kendisini, yoldaki bir çayırlıktan bir demek papatya toplayıp onları bir güzel bağladı. Yaklaşık yirmi ile yirmi beş dakika arasında şarkı mırıldanarak ve mektubu vereceği beyefendinin uyandığı zaman vereceği tepkiyi düşünerek yollarda yürüdü. Ancak halen daha aklını kurcalayan bir şey vardı, kimdi bu beyefendi? N'asıl bir bu kadar yabancı bir o kadar da tanıdık olabiliyordu?

Hastahanenin kapısından girmeden önce derin bir nefes aldı, danışmadan kapı numarasını aldı ve yavaş yavaş birazda gerginlik içerisinde odaya doğru yürümeye başladı kapıyı yavaşça araladığında genç adamı uyuyor halde buldu odasında başka kimse yoktu, zaten enfeksiyon kapmaması için sadece beş dakikalık ziyaret izni vardı.

Yüzündeki kan lekeleri silinmişti, yüzünden herhangi bir arar almamış sadece dudak patlaması ve göz morarıklığıyla atlatmıştı. Ancak söylendiğine göre birçok yerinde kırık vardı. Leyla uzun uzun genç adamın yüzüne baktı kirli sakalları kemikli esmer yüzüne n'asılda yakışıyordu... Dalgalı saçları uzamıştı, bir tutamı yüzüne düşmüştü.

Leyla eliyle o tutamı kaldırıp yerine yerleştirmiş, ayaklarının ucuna yatağına uzanmıştı. Hoş kokusu kan kokusu ile karışmış tüm odayı sarıp sarmalamıştı. Leyla derin derin iç geçirdi, ayağa kalkıp yatağının yanındaki masaya önce mektubunu sonrada papatyaları koydu. Tekrar genç adama döndüğünde onun kim olduğunu hatırlamıştı.

Genç adamın uzun ince zarif, kemikli elini tuttu. Süleyman bu tutuş için hayatını bile verirdi ancak o anı yaşadığından hiçbir zaman haberi bile olmayacaktı. Belkide en büyük hüzün bundaydı, anın değerini bilememekteydi... Ya da o güzel anıları hiç hatırlayamamak, hiç hatırlamayamamaktaydı.

"Kendine," Dedi ve bir derin nefes daha aldı, "Kendine iyi bak, Süleyman." Süleyman'ın ismi en çokta Leyla'nın ağızına yakışıyordu... Ve arkasına bakmadan sadece odadan çıktı.












































Leyla'ya MektuplarDonde viven las historias. Descúbrelo ahora