1. Bölüm | Felek Sana Limon Uzattıysa, Sen Üstüne Tekila ve Tuz İste

1K 33 4
  • Dedicated to 2011'de Beni Yalnız Bırakmayan Okurcanlarıma
                                    

      Dünya üzerindeki her şeyin kendine has bir kokusu vardır. Bir çiçeğin kokusu, heybetli bir çam ormanının kokusu insanın yüzünde kocaman bir gülümseme oluştururken bir annenin kokusu huzura boğabilir evladını. Annenin, bebeğini ilk kokladığında aldığı kokunun ciğerin bir köşesinde durduğunu söyler büyüklerimiz. Baba kokusu güven, taze ekmek kokusu çekicidir. Aşkın bile kokuyla başladığını söyler bilim insanları. Fakat bana huzur veren en nadide koku eski kitapların gizemlerinden gelendir. Bundandır ki her boş anımda Antalya’nın en değerli, tek güzel mekanında bulurum kendimi. “Alparslan Paşa’nın Hazine Adası” Her zaman elimde bir termos çayla buraya gelir, Alparslan Amca’nın anılarını dinler, kitapları okur, “muhakkak bende olmalı” dediklerimi satın alırım. Bu kitapçı benim sığınağımdır.

      Bugün de yine çok eski bir kitabı aramak için Alparslan Amca’nın yanına gittim. Ahşap çerçeveli kapıyı açtığımda, geldiğimi haber verdi kapının üzerindeki çanlar. Hızlıca Alparslan Amca’nın yanına gidip tezgahın arkasına geçtim. Elimdeki poşeti önüne koyup en geniş gülümsememle selam verdim. 

      “Ben geldim paşam. Bugün 60’lardan bir kitap arıyorum, bakalım bulabilecek miyim? Çayın burada, sen başla içmeye, çok lezzetli poğaçalar da yaptım sana.”

      “Hangi kitap aradığın?”

      “Aşktan Fazla adı... Yazarını hatırlayamıyorum bir türlü. Sen bilirsin, kimin o kitap?”

      “Öyle bir kitap olduğunu hatırlıyorum ama aklım defter mi be kızım, nereden hatırlayayım kimin yazdığını. Hadi git bul da çay içelim birlikte.”

      “Alacağın olsun Alparslan Amca. Şuradaki kitapların hepsini sayfa sayısına varıncaya kadar ezbere bilirsin, ben ne zaman bir şey sorsam aklım defter mi Elif olur. Sen başla içmeye ben bulup gelirim hemen. Bu arada özür olarak bana Moldova’yı çalabilirsin hemencecik unuturum bilmediğini,” diye gülüp raflara doğru ilerledim. 

      Alparslan Amca “deli kız” diye söylendikten sonra Moldova’nın sesi tüm kitapçıda aksetmeye başladı. Bu sesle rafların arasında gezinmek, parmaklarımı kitaplarda dolaştırmak çok büyüleyiciydi. Sanki eski Fransa’da bir prensesmişim gibi hissettiriyordu. Bir prens köşeden fırlayacak, diğer köşeden diğeri, ikisi güzeller güzeli prenses Elicia için düello edecekler… En sonunda en yakışıklı ve iyi yürekli olan prensle, prenses Elicia mutlu mesut, uzun bir ömür sürecekler… Her seferinde aynı hayali gözümde canlandırıp, her seferinde kendi kendime kıkırdıyordum ama kesin olarak bildiğim bir şey vardı: Evet, prenses olabilirdim belki. Güzel, uzun ve mutlu ömre sahip hayali Elicia olamazdım kabul ediyorum ama ben bu şansımla gayet iyi Marie Antoinette olabilirdim!

      Bir saate yakın rafların arasında dolaştım. Kitaptan bir iz bile bulamamak beni çıldırtsa da devam etmem gerekiyordu. Satılsa Alparslan Amca bilirdi ve olmayan bir kitap için beni boşuna uğraştırmazdı. Derin bir nefes alıp tekrar aramaya başladım. Boyumun yetmediği raflara daha çok dikkat ederken dükkanın en köşesinde kitap gözüme ilişti. En üst rafta kalınca bir kitaptı. Yüzümdeki zafer ifadesiyle koşarcasına yanına gittim. Bir kol uzağımdaydı kitap fakat ben ne kadar zıplarsam zıplayayım ona ulaşamıyordum. Söylene söylene temizlik malzemesi dolabına gittim ve fırçayı kavrayıp aynı söylenmelerimi tekrarlayarak kitabın altında dikildim. Birkaç kez uğraşmama rağmen kitabı düşüremiyordum. Alparslan Amca kısa boylular için iki basamak merdiven koymalıydı buralara! Ben umutsuzluğa kapıldıkça şarkının ritmi düşüyor hüzünlü bir hal alıyordu. Birilerinden yardım istemek şarttı fakat son bir gayretle fırçayı hızlıca çektim. Bir sürü kitap ve bir kutu ayaklarımın dibine düştü. Hepsini raflara geri koyup kutuyla kitabımı aldım. Kalın, siyah bir kutuydu. İçinden bir oyuncak fırlamamasını umarak kapağını açtığımda bir deste tarot kartıyla karşılaştım. Birde içinde el yazısı, nasıl bakılacağını anlatan bir kağıt vardı. Mürekkebin solgunluğu ve kağıdın elimde bıraktığı histen bu destenin de en az kitaplar kadar yaşlı olduğu belli oluyordu. Bir masaya oturup kartları önüme dizdim ve anlatıldığı gibi kendime bir fal açtım. 

Son ÖpücükWhere stories live. Discover now