5. Bölüm | Ona Karşı Koyabileceğini Mi Sanıyorsun?

501 23 7
  • Dedicated to Sabriye Gürcan
                                    

      Pazar günü sabahın altısında kalkmak kadar gücüme giden başka bir şey var mıydı şu dünyada hiç bilmiyordum. Telefonun alarmı çaldığı zaman hafta içi alarmını kapatmadığını sandım ve telefonu kökten kapatıp yeniden uyumaya çalıştım. Tam dalacaktım ki odamın kapısı büyük bir gürültüyle duvara çarptı. Yerimden sıçrayıp öldürücü bakışlarla Ayşegül’e döndüm. Önceki gün, devr-i Antalya gezimizin bir gününü bile kaçıramayacağını söyleyip çıkagelmişti. Görünen o ki bu gezilere benden daha hevesliydi; belki de iddiasını olumlu sonuçlandırmak için elinden geleni yapmaktı amacı. 

      “Elif! Uyan! Çok işin var! Poğaça ve kurabiye yapacaksın daha, kalk!” diye bağırmaya başladı başımda. Zoraki bir şekilde yerimden kalkıp bir gözüm kapalı Ayşegül’ün yüzüne baktım.

      “Sen yapsan olmaz mı? Tüm gün yorulacağım zaten,” diye sızlandım.

      “Oldu hanım efendi. Sen gez ben poğaça yapayım. Hem tamam desem bile beceremem ki, biliyorsun.”

      Omuzlarımda dünyayı taşıyormuşum gibi bir ağırlıkla yerimden kalktım ve ayaklarımı sürüye sürüye banyoya gidip uykum açılana kadar yüzüme yedi kez soğuk su çarptım. Ayıldığımdan emin olduğumda banyo dolabındaki lastikle saçlarımı topladım ve mutfağa geçtim. Bir saat içinde poğaça ve kurabiye hazırlanmış, meyve suyu sıkılmıştı. Tek eksiğimiz sadece pişmeleriydi. Hemen kurabiyeleri fırına sürdüm ve duşa girdim. Pişme aşamaları Ayşegül’e emanetti. Hızlıca bir duş alıp üzerime rahat bir kot ve tişört geçirdim. Önceden şarj ettiğim fotoğraf makinamı çantama attım ve ne olur ne olmaz diye Ayşegül’ün makinasını da aldım. Saçlarımı kurutmadan sadece krem sürdüm ve çok hafif bir makyaj yaptım. Ben işlerimi halledene kadar Ayşegül çoktan fırındakileri çıkarmış hatta güzelce paketlemişti. Birde yanına bir sürü çikolata atmıştı. Ağzımız tatlanacakmış. Her şey hazır olunca salona geçip beklemeye başladık. Deniz’in gelmesine on beş dakika vardı. 

      “Acaba neyle gelecek?” diye sordu Ayşegül.

      “Otobüsle gelir oradan terminale gideriz Alanya’ya bilet alırız herhalde,” dedim.

      “Sana tüm Antalya’yı gezdirmeye kararlı biri otobüsle gelmez bence.”

      “O zaman en iyi ihtimal araba kiralamıştır.”

      “Bence babasının arabası varsa onu istemiştir. Kiralık arabayla baş edemezsiniz, çok sorun çıkarıyor onlar.”

      “Her neyse işte! En ucuz yolla gelmesini tercih ederim, sonuçta çıkan paraların yarısını da ben vereceğim.”

      “Haklısın,” diye mırıldandı Ayşegül. Biraz sus pus oturduktan sonra zilin sesi tüm evde yankılandı. Ayşegül hemen balkona fırladı. 

      “Evet, iniyor şimdi,” diye seslenip hemen yanıma geldi. 

      “Elif! O geldiği şey de arabaysa benim babamdan isteyip durduğum şey dört tekerlekli bisiklettir!”

      “Neyle gelmiş ki?” dedim merakla.

      “İnince gör, bekletme adamı,” deyip poşetleri elime tutuşturdu ve resmen kapıdan dışarı itti beni. Merdivenleri inip çıkış kapısını açtım. Deniz kapının önünde bekliyordu. Elimdeki poşetleri alıp Ayşegül’ün bahsettiği arabaya doğru ilerledi. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp gördüğüm şeyden emin olmak istedim. Yuvarlak, siyah çerçeve, dört daire dilimi, mavi ve beyaz ve evet üzerindeki harfler de tam olarak B, M ve W… 

      Ben arabayı süzerken Deniz elindekileri arka koltuğa koydu ve arabaya geçti. Şaşkınlığımı çaktırmamaya çalışarak bende yanına kuruldum.

Son ÖpücükWhere stories live. Discover now