24 ▶ | "BAĞ"

322K 14.4K 6.4K
                                    


Siyahın Pençesiyle ilgili notu bölümün sonuna bıraktım. Okumadan geçmeyin. ❤

Keyifli okumalar...




24. BÖLÜM | BAĞ

'Herkes herkesi aynı sevemez.
Kimileri gururu yettiği kadar sever, kimileri de ömrünün yettiği kadar...'

🍁

Hasta yakınlarının toplandığı şu rafakatçi odasında kandan bir bağ olmamasına rağmen burdaki insanları birleştiren şey; korku ve acıydı. Herkes aynı acıyı duyduğundan, belki bu yüzdendi çok az alaka kurulduğu hâlde ahbap gibi birbirleriyle konuşup, ikram sunmaları.

Buradaki insanlar kadar sabretmesini çok iyi bilen yoktu.

Genç kızın, düşük olan başı hafifçe kalktı, oturduğu koltukta sağ yanına doğru eğilerek asansör kapılarının olduğu yere göz attı. Gelen giden olmadığını görünce tekrar aynı pozisyonuna geçiyor, kendi farkında olmasa da bu hareketi her yirmi saniyede bir tekrarlıyordu. Yine yirmi saniye yine başını kaldırması ve yine aynı harekete geçecekken odaya baktı. Torunu için bekleyen yaşlı kadın uykuya dalmıştı. Diğeri de aynı şekilde. Bir diğeri kendi hastası için yoğun bakımdaydı.

Ayağa kalktı, "Saat, bir oldu," diye mırıldandı endişeleri çoğaldığı için yerinde duramaz bir havaya bürünürken. "Ne yapacağım ben?"

Alvina, bulunduğu dar rafakatçi odasında turlamaya başlamıştı. Odaya yeniden göz gezdirdi; duvara monte edilmiş bir televizyon, buz dolabı, mutfak dolapları ve mutfak tezgahı üzerinde elektrikli su ısıtıcısı vardı. Oda dahil içindeki her şey üzerine yıkılıyormuş gibi hissediyordu. Adımları telaştan serileşti. Ne yapacaktı şimdi?

Yine telefon çalmaya başlamıştı. Aysel'de birkaç kez arayıp azarlamıştı. Şimdi arayan babasıydı. Korkudan açamıyordu da. Açsa da açmasa da bunun sonu aynı kapıya çıkıyordu. Hastanede arkadaşının yanında olduğunu söylemesi bile babasını dakika olsun sakin ve anlayışlı olmaya itmezdi, biliyordu. Rafakatçi odasından ayrılıp koridorda turlamaya başlamıştı, telefon çaldığında yine stresle susmasını bekledi.

Eğer açmazsa daha fena olacaktı. Açarsa da fena olacaktı. Bu içine düşülen en tuhaf ironi olmalıydı.

Sonunda cesaretini toplayarak, telefonu cevapladı. "Efendim baba?" Sesinde dolanan korkular babasından çekindiğini eleveriyordu.

"Nerdesin lan, sen?" diye bağırdı babası. Sesi kırmızıyı gören boğa gibi öfke doluydu.

"Baba ben..."

"Eve gelince göreceğim senin hesabını, yine sürtüklük peşindesin," diye bağırdı. "Hemen eve gel, hemen!"

"Ama baba, ben..." Telefon yüzüne kapanmıştı.

Açıklama yapmasına bile izin vermemişti. Onun neden diye sorması öylesineydi, açıklama kısmı umrunda olmazdı. Neden diye sorduğu sorunun ardından gelen, kavga gürültü ve dayak olurdu. Babasıyla arasında olan şey; kan akrabalığından fazlası değildi. Babası henüz aile kavramının ne olduğunu bilmiyordu ki değerini bilsin. Eve gittiğinde kesin öldürecekti.

Genç kızın yüz hatları endişeyle gerildi. Korkusu kendi adına değildi, Yağız adınaydı. Acı devamlı olduğu zaman; ister görünür acı olsun, ister görünmeyen insan bir şekilde alışıyordu. Sert rüzgarların güçlü bir ağacı ancak daha da güçlendirdiğini bilen biriydi. Babasının öfkesinden tek pay alan kendisi olmuyordu. Bekleme odasına dönüp, kabanını giyip bez çantasını çapraz taktı, yerinde en azından hazır olarak beklemeye devam etti. Belki de gitmeliydi, ama Lavin'i yalnız bırakamazdı. O saldırıya uğramıştı, endişeleri ve korkuları bir vincin kablolarına asılı kalmış hissediyordu.
Yiğit'e de kızıyordu içten içe, babasının nasıl bir adam olduğunu bildiği hâlde gelmemişti, hâlâ. Gözlerini kapattı belki de unutmuştu.

İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin