4.

1.3K 78 20
                                    

Yaşama, hayatıma geri döneli üç gün geçti. Ölümümün üzerinden dört yüz yıl geçtiğine ikna olalı bir gün, ailemden herkesin ölümünün yasını tutmaya başlayalı iki saat...

Linda bana her şeyi anlatmıştı ama hâlâ göz rengimin değişmesinin sebebini anlayamamıştık. Ezra ölümüm için onca çaba sarf ettikten sonra tekrar yaşama döneceğim gün için o günden planlarını yapmış görünüyordu. O süreç içinde olan korkunç şeylerden sonra Ezra'nın bana bu iyiliği yapacağına inanmak istememiştim ama Linda onun kötü biri olmadığını bana kesin bir dille ifade etmeye çalışmıştı. Ezra'nın benimle ne derdi olduğunu hatırlamıyordum, Linda'ya sorduğumdaysa beni korumak için olduğunu söylüyordu. Kim birini korumak için kalbine koca bir kılıç saplatırdı ki? Söylediğine göre beni tekrar yaşama döndürmenin tek yolu buymuş. Kılıç, ölümüne sebep olduklarının; hak edenlerin, yaşamını geri verirmiş. Bunun ne kadar süreceği bilinmese de bir gün suçsuz olanlar bedenlerine kavuşuyormuş.

"Peki, orada bana yaptıkları, neden? Beni korumak istediyse ruhuma neden işkence ettiler?"

Linda kanepeye karşıma kurulurken üzerime örttüğüm battaniyenin bir kısmını kendi üzerine çekti.

"Sen kötü olanın Ezra olduğunu düşünürken kaçacağından emindi. Kaçmayı düşündün değil mi?" derken kaşlarını kaldırıp benden bir cevap bekledi. Ben onu onaylayıp başımı kanepenin başlığına yaslarken o konuşmasına devam etti. "Eğer kaçsaydın ruhun orada kaybolacaktı ve sen bir daha dünyaya dönemeyecektin Sara." Sehpanın üzerinde ki bardağını alıp dudaklarına yasladı. İçerisinden bir yudum aldıktan sonra bardağı geri bırakmadan devam etti.

"Ruhun sen ne kadar farkında olmasan da bedenine yakın bir yerde tutuldu. Böylece zamanı geldiğinde rahatlıkla bedenine geri döndün."

"Kalbimin parçalandığını hissettim." O gün hissettiklerim zihnimde canlanırken Linda'nın yüzüne bakamamıştım. "O uzun zamanın ardından bedenimin acıdığını hissettim."

"Çok kötüydü."

"Artık geçti. Geri döndün, inan bana Dünya eskisi gibi değil."

Eliyle omzumu sıvazlarken beni düşüncelerimden uzaklaştırmak istediği belliydi. Yüzüne beliren tebessümü bana acıyordu. Ona samimi olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle karşılık verip önüme döndüm. Her an tonu değişen mavilerine bakmak içimi ürpertiyordu. Bunu ona söylememiş olsam da onun gerçekten bir insan olmadığını biliyor olmak ona bunu söylememin saçma olacağını düşündürüyordu.

"O içtiğin şey ne?"

"Papatya çayı, ister misin?"

"Evet, lütfen." Günlerdir bana zorla bir şeyler yedirmesinin ardından ondan sonu midem de bitecek bir şey istemiş olmam onu memnun etmiş hemen yerinden kalkıp mutfağa ilerlemişti. Pencerenin ardından üzerime yansıyan güneş ışınları gözlerimi kamaştırıyordu. Linda'nın evi kocaman bir bahçeye sahipti ve bahçenin sınırlarını boydan boya saran büyük ağaçlar çevreyle bütün iletişimi yok etmeye yetmiş gibi görünüyordu. Gerçek bir insan olmaması onlarla iletişim kurma gereği duymamasını açıklıyordu aslında, herkesten uzak dikkat çekmeden yaşamak görevini halletmenin en risksiz seçeneğiydi. Ama görevi neydi? Benim yeni Dünyaya alışmam için bir adamını görevlendirecek kadar cömert biri miydi Ezra, yoksa başka işlerin yanında beni de aradan mı çıkarıyordu... Emin olamıyordum. Henüz üç gündür hayatıma girmiş birine ne kadar güvenebilirdim, bilmiyorum. Bana evini açmış olması, her şeyi anlatması ona güvenmem için yeterli miydi, bilmiyorum.

Keşke annem de burada olsaydı. Cevabını bulamadığım soruları ona sorma şansım olsaydı bana en doğru cevabı verebilecek tek kişi o olurdu. Linda mutfaktan elinde üzerinden buharlar yükselen bir fincanla çıkıp yanıma yaklaştı. Fincanı masaya bırakıp eski yerine geçeceği sırada çalan kapıyla ben irkilirken o yüzüne yerleştirdiği tebessümle beni sakinleştirmeye çalışarak bir yandan da dış kapıya ilerledi. Linda kapıya varana kadar dışarıda ki her kimse birkaç kez daha zili çalıp daha sonrasında kapıyı yumruklamaya başladı.

Ölümün ElçisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin