0.9

624 65 91
                                    

En az 1 saattir yoldaydık ve benim midem bulanmıştı. Jungkook yol boyunca hiç konuşmamıştı, o konuşmadığı için ben de konuşmamıştım.

Bir ara Lisa'yla mesajlaştım ama o, bana Taehyung'dan bahsedip durdu. Aptal aşık Lisa.

En sonunda sıkıntıyla off'layıp kafamı cama yasladım. Ardından biraz dikkatim dağılsın diye arabaları saymaya çalıştım ama yapamadım. Aklım başka yerlerdeydi.

"Ne kadar yolumuz kaldı?"

"Yarım saatimiz daha var."

Dediği cümle üzerine gözlerimi büyüttüm ve tekrar off'ladım. Gerçekten çok sıkılmıştım. Artık pes edip montumun cebindeki telefonumu çıkardım ve gruba sohbet başlatmaya çalıştım.

Rosé :
Arkadaşlar çok sıkılıyorum.
Konuşun.

Taehyung:
Başka zaman olsa emrine amedeyim sevgili arkadaşım ama şu an bir işim var. Eğer yengen seninle yazıştığımı görürse, arkadaş falan kalmaz.

Rosé:
Yengem?

Taehyung:
Tabii ya, yengen 😉

Taehyung'la olan konuşmalarımızı biraz düşündüm. Keşke gruba yazmasaydım. Çünkü grupta Lisa da vardı ve eminim bu mesajlara gerçekten çok üzülürdü.

Lisa'nın üzülmemesini umdum. Hatta o yengenin Lisa olmasını da umdum. Çok imkansız şeyler de olsa umut etmek gerçekten iyi geliyor insana.

Elimdeki telefona çatık kaşlarla bakarken arabanın durduğunu hissetim. Ardından şakaklarımı ovup telefonumu cebime koydum.

"Ne çabuk yarım saat oldu ya."dedim, artık bıkmış bir şekilde.

"Hayır, sadece yemek molası. Saat akşama doğru geliyor. Sana bir sır vereyim ben çok yemek yiyen biriyim."dedi ve ardından göz kırptı.

Ona ukalaca bir gülüş gönderdim ve"Güzel o zaman, ama ben daha acıkmadım ve daha bir buçuk saat önce koskoca bir tabak ramen yedim, hatta yedik."dedim ve ön koltuğun kapısını açıp dışarı çıktım.

Dışarı çıktığımda ayaklarım, uzun süredir oturmaktan olsa gerek biraz titrediler. Dışarı çıkar çıkmaz ceketime sarıldım çünkü dışarısı, o sıcacık arabadan çok daha soğuktu.

Ben böyle soğuktan titrer bir şekilde Jungkook'u beklerken, Jungkook arabadan çıktı. Hızlı adımlarla arabanın bagajına gitti ardından da eline aldığı kocaman bir montu kafama fırlattı.

Birbirimize biraz uzak olduğumuz için sesimizi yükseltmek zorundaydık.

"Al giy. Hava çok soğuk!"dedi ve umursamaz bir tavırla kendine de bir mont alıp giymeye başladı.

"Çok sağol ya. Kafaya fırlatılır mı? Özellikle bu kadar büyük bir mont!"dedim ve sesimi biraz yükselttim. Ardından bagajı kapatıp bana doğru yürümeye başladı ve;

"Üzgünüm, sanırım sana kendi ellerimle giydirmeliydim montunu."dedi. Bu lafına karşılık göz devirdim.

Bana bu kez ellerini uzatmamıştı fakat yürümeye başlamıştı bile. Nedense üzülmüştüm.

Tıpkı annesini takip eden yavru ördek misali Jungkook'u takip ediyordum. O fark etmedi ama ben onun arkasından adımlarını sayıyordum. Gözlerim Jungkook'un ayaklarındaydı ve bütün yol boyunca da ordan ayrılmamıştı. En sonunda Jungkook durdu ve arkasına döndü. Göz göze geldik ardından Jungkook elimi tuttu ve beni yanına çekti.

"Çok yavaşsın, arkamda kalıyorsun. Biraz hızlı ol."dedi ve ardından ellerimi kendi montunun cebine koydu.

Ellerimiz Jungkook'un montunun cebindeydi ve biz el ele tutuşuyorduk. Biz neydik ki? Sevgili falan mı? Hayır, koca bir hayır.

euphoria ❦ RoséKookWhere stories live. Discover now