7) Sadece Bir Oğlan

74.2K 1.7K 12
                                    

Uzanıp eline dokundum. Buz gibiydi.

"Donuyorsun. İçeriye dönelim."

"Biraz sonra, olur mu?" Başımla onayladım ve gülümsedim. "Marie ve Marlo akrabaların değil. Ailen nerede? Neden tek başınasın?"

"Bilmiyorum." Gülümsedim. "Bir gelenek var. On altı yaşını dolduran çocuklar..." Derin bir nefes aldım. "Bolca para ve kocaman bir evle tek başına bırakılıyor. Hayatta kalabilmemiz, kendi rotamızı özgürce çizebilmemiz için. Bolca saçmalık anlayacağın..."

"Anlamadım."

"Başta kötü gibi gelmiyordu, liseden, oradan buradan arkadaşlarını eve toplayıp partiliyor, para harcıyorsun. Kolayca popüler oluyorsun, herkes senden hoşlanıyor. Akşam vakti olunca herkes ailesinin yanına dönüyor. Sonra herkes üniversiteye gidiyor. Tek başına, buz gibi, tuhaf sesler çıkaran kocaman bir evde kalıyorsun." Düğümlenmiş boğazımdan şu sözcükleri çıkarabilmek için birkaç kere denemem gerekti. "Bir noktada yaşamak, eskisi kadar güzel gözükmüyor." Damian'ın kederli gözleri devam etmemi sağladı. "Sonra ilk mektubum geldi, anne ve babamdan. On sekizinci doğum günümdü. Güçlü olmamı, beni özlediklerini söylüyorlardı. Öyleyse geri gelmelerini istedim. Sayısız mektup yazdım. Bazen ağlamaktan ve kederden o kadar yorgun düşüyordum ki günlerce uyuyordum. Gönderdiğim mektupların hepsi geri döndü. Adresleri geçersizdi. Hala yılbaşında veya doğum günümde mektup gönderiyorlar." Damian eliyle yüzümü silene kadar ağladığımı fark etmemiştim. Kaşları üzüntüyle kalkmış, bana endişeyle bakıyordu. "Savaşçı olarak yetiştirilmiştim, güçlü olmalıydım. Ben de paramı akıllıca kullanabilmek için bir yatırım danışmanı tuttum. Doğru yatırımlarda bulunduk, bonolar satın aldık, ne demek olduğunu bile bilmiyorum. Küçük şirketler, büyük şirketler. Yardıma muhtaç insanlara yardım ettik. Sonra Marie'yi buldum, bir nevi annem olacak, ev işlerini ve yemekleri yapacaktı. Marlo'yu Marie'nin kocası önerdi, onu da baba olarak gördüm. Güvenliğimizi sağlayacak, bahçe işleriyle ilgilenecekti. İkisi de harika insanlar. Marie'nin çocuğu olmamış, beni kızı veya kız kardeşi gibi görüyor. Marlo'nun da üç tane çocuğu yedi tane de torunu var. İkisi de savaşçı değiller, canavarlardan haberleri bile yok." Hepsini tek nefeste anlatabilmeme şaşırmıştım, sanırım bir yerden sonra devamı çorap söküğü gibi geldi.

"İyi insanlar."

"Senin ailen peki? Onlar da savaşçılar mıydı?"

"Yedi yaşımdayken evimizde saldırıya uğradık. Annemin savaştığını hatırlamıyorum, saldırı sırasında beni sıkıca kucağında tutup bir köşeye büzüşmüştü, kaçamayacak kadar korkmuştu belki de, öylece duruyordu. Babamsa onlarla dövüştü, silahı yoktu, dönüşümlerden biri annemle beni yakalayıp ayırana kadar babamın kavgayı kazanacağını düşünüyordum, annemin çığlığı dikkatini dağıttı. Kalabalıktılar, sonrasında babamın şansı yoktu, bağırmadı, çabucak can verdi. Annemse beni korumaya çalışıyordu. İçerideki odaya kaçmamı, koşmamı söyledi. Koşup yatağımın altına saklandım. Annemin son çığlığından sonra sesler kesildi. Yatağın altında ne kadar kaldım bilmiyorum. Polisler beni oradan çıkardıklarında çok halsizdim." Anlattıklarını duyunca kanım dondu, tüylerim diken dikendi. Soğuktan da değil, Damian'ın başına gelenler yüzünden...

"Damian. Çok üzgünüm."

"Yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyorum o yüzden. Yetiştirme yurdunda büyüdüm. İlk evlat edinen aile, çok fakirdi, geçinemiyorduk. Başka bir aileye gönderildim. On altı yaşımda da ikinci ailemin yanlarından ayrıldım. Bu sefer kendi rızamla... Sokakta kaldığım sırada canavarlar görüp delirdiğimi düşünüyordum. Bir gün birinden kaçarken, en yakın arkadaşlarımdan birinin babası beni yakaladı, o da savaşçıydı, sakinleşmemi sağladı. Kendi oğlunu nasıl eğittiyse beni de öyle eğitti."

"Bu yüzden mi sokak sokak dolaşıp önüne çıkan canavarları öldürüyorsun?" Ne patavatsız bir soruydu bu böyle. "Affedersin, öyle demek istemedim."

"Hayır haklısın." Saatler geçmiş olmalıydı, gözlerimin ağırlaştığını hissettim. Üşüyen ellerimi hırkamın cebine soktum ve gökyüzünü taradım. Bazıları diğerlerinden daha parlak olan yıldızlar karanlığı bozuyordu. "Geç oldu, uyumalısın."

İçeriye girdik. Odamın kapısına kadar dip dibe yürüdük. Başım buğuluyken, hala ıslak olan gözlerimin altını silip yanağıma gerçekle rüya arası hafiflikte bir öpücük kondurdu. Sersemlemiştim. Ağırlığımı göğsüne bıraktım. Dünyanın en güzel hissiydi. Soğuk kollarını bedenime doladı ve yıllar sonra tekrar güvende hissettim. Başımı boynuna gömdüm. Çok güzel kokuyordu. Vücudum hala uyuşukken ondan yavaşça uzaklaştım.

"İyi geceler."

"Sırtını dikleştir Angela, ağırlığını ayaklarına verme. Parmak uçlarında dur. Kollarını kaldır." Yüzüme tokat attı. Düşünecek çok şey var. Hepsini zihnimde tekrarladım. Dik dur, kollarını kaldır. Yüzünü koru. Derken ikinci tokadı da yedim.

"Baba yeter... Daha fazla çalışmak istemiyorum." Gardımı indirmek gibi ölümcül bir hata yaptım ve üçüncü tokat o kadar sert geldi ki kulağım duymaz oldu. Dudağım kanarken artık üzgün değil sinirliydim. Eğitim falan istemiyordum. Dördüncü tokattan kaçabildim. Kollarım ve bacaklarım ağrıyordu, buna daha fazla devam etmek istemiyordum. Saçlarımı kavradı. Koluna sarılıp ısırdım. Dirseğimi karnına geçirip eğilmesine neden oldum. Dizim ben düşünmeden suratına doğru harekete geçti ama daha ona çarpamadan bacağımı yakaladı. Düşerken onu da yanımda götürdüm. Koala gibi babama sarılmış durumdaydım.

"Victor, kalk kızımızın üstünden."

"Benim suçum değil, kızımız düşünmeden hareket ediyor."

"Canını yakmak istemiyorum. Hepsi bu..." Deyip annemin elinden kurabiye dolu tabağı kaptım ve antrenman odasından kaçtım. Merdivenlerden çıkıp odama girince gözüme boy aynası ilişti, omuz hizamdaki saçlarımı sevmediğimi hatırladım, uzamalarını istiyordum. Ayrıca diğer kızlar gibi göğüslerim yoktu. Ter içindeydim ve yanaklarım kıpkırmızıydı. Dudağımın kanaması durmuştu. Annemin takıntısı yüzünden yüksek koruma faktörlü güneş kremini sürmeden dışarıya çıkamıyordum ve bu yüzden tenim hayaletler kadar solgundu. Koyu kahverengi gözlerimin siyah irisleri neredeyse görünmüyordu. Yaşıtlarımdan daha minyondum, düğme gibi bir burnum, küçük bir ağzım vardı. Evin dışından gelen bağırışlar dikkatimi dağıttı. Bir şeylerin çarpıştığını, bir şeylerin yere düştüğünü duydum. Tam pencereye uzanıp dışarıya bakacakken silah gürültüsü nefesimi kesti ve nereden geldiğini anlamadığım annem üstüme kapandı. Yerde annemin gövdesinin altında titriyordum. Çok korkmuştum. Neler oluyordu? Beni sıkıca tutup başımı göğsüne bastırdı.

"Bir şey yok bir tanem. Korkmana gerek yok." Parfüm kokusu ve başımı okşayan eli sakinleşmemi sağladı. Parazitler ilk defa bu kadar yakınımıza gelmişlerdi. Ebeveynlerim onlara böyle diyordu. Babamla birkaç koruma odama gelene kadar öylece yerde kaldık.

"İyi misiniz?" diye sordu babam ikimizi de kucaklamaya çalışırken. Yüzümü ellerinin arasında tuttu. "Korktun mu?" Dudağımı düşürmüş, hala titrerken evet anlamında başımı salladım. "İşte bu yüzden dövüşmeyi öğrenmen gerekiyor. Kendini koruyabileceğini anladığında bir daha korkmayacaksın. Anladın mı?"

Gözlerim yaşarırken "Anladım." Diye fısıldadım. Bunun doğru olmadığını o zamanlar bilmiyordum.

"Anladım."

ANGIEWhere stories live. Discover now