19) Vanilya

72.8K 1.6K 12
                                    

   Kalabileceğimiz bir yer bildiğini söylediğinde bu yerin bir otel olduğunu ummuştum. Şimdiyse kız kardeşinin kapısında kollarımı göğsümde kavuşturmuş dikiliyordum işte. Şaşırabileceğim iki yeni konu vardı elimde; birincisi, kardeşi gökdelenlerden birinde, lüks bir apartmanda yaşıyordu ve onda kalacağımızı duyunca çok mutlu olmuştu, ikincisiyse, Todd'un bir kız kardeşi vardı! Kapıyı kendisi açıp bizi içeriye davet etti. Ağzı kulaklarındaydı ve zıplamamak için kendisini zor tutuyor gibiydi. Evi büyük sayılmazdı, yine de çok şıktı. Bütün şehri ayaklarımızın altında gösteren dev pencerelerle ve modern eşyalarla çevrilmişti.

   "Aç mısınız? Ben yemek yemiştim ama size bir şeyler hazırlayabilirim. Veya dışarıdan söyleyebiliriz. Sanırım öylesi daha sağlıklı olur." Kardeşinin önerisine cevaben Todd bana döndü.

   "Teşekkürler ama günü bitirmek istiyorum. Ayrıca zahmet vermek istemem."

   "Öyleyse sana odanı göstereyim." Duraksadı. "Aynı odada mı kalacaksınız?" Kendi sorusu kendi yanaklarını kızartmıştı. "Sadece bir tane misafir odam var."

   "Ben koltukta uyurum." Todd'un teklifine minnettardım.

   "Tamam." İlk defa uysalca dediğini kabul ettim. Kardeşi, Todd'un aynısının daha küçük ve dişi versiyonuydu. Bana temiz havlular verdi ve misafir odasının küçük duşuna girdim. Yaptıklarımı düşünmüyordum, her zamankinden farklı değildi bu... Yine de kendimi farklı bir şekilde canlı hissediyordum. Soğuk su, başımdan aşağıya akarken tekilanın geride kalan etkisinin de çekilişine üzüldüm.

   Damian burada olsaydı yaptıklarımı asla onaylamazdı. Asla...

   Ne demişti? Koruma tutup evde güvenli bir şekilde yaşamalıydım ve canavarları unutmalıydım.

   Maalesef Damian artık burada değildi.

   Babamın çalışma masasının üstü onlardan gelen mektuplarla doluydu. Annemin el yazısını tanıyordum; kuyruklu harflerin uzantılarını zarifçe kıvırır, harflerin bütününü hafifçe eğik yazardı. 'Seni çok özledik. Seni çok seviyoruz. Bir gün tekrar bir araya geleceğiz.' Hep çoğul konuşuyordu. 'Biz hep senin yanındayız.' Çatıya açılan kapı gürültüyle açılıp arkasındaki duvara çarptı ve giren rüzgâr bütün mektupları dağıttı. Savrulup merdivenlerden aşağıya doğru uçtular. Peşlerinden koştum, havada süzülmeye devam ediyorlardı. Ellerimle onları yakalamaya çalıştım bir türlü ulaşamadım. Evden çıkıp bahçede süzülürlerken hala peşlerindeydim. Mektuplara dışarıdaki kuru yapraklar ve toz dumanı da katılmıştı. Çalılığa kadar koşmaya devam ettim. Çalılık kuzenimi alıp götüren yaratığın olduğu yerdi. Orayı anında tanıdım. Çalıların arasından gözleri eriyip kapanmış, yüzü yanık plastik gibi birbirine karışmış, kocaman pençeleriyle kâbusum çıktı. Mektuplar arkasındaki çalılığa yayıldı, yumruklarımı sıktım. Koku dayanılmazdı, burnumu sızlatıyordu. Korkmuyordum, korkmam gerekiyordu ama korkmuyordum.

   Canavara doğru çığlık atarak koştum. Silahım, güçlü pençelerim veya kullanabileceğim hiçbir şey yoktu. İğrenç ağzını ardına kadar açıp kükredi, beni durduramazdı. Kırmızı ojeli tırnaklarımı cildine geçirdim. Elime gelen et ve deri parçalarını fırlatıp ona vurmaya, çekelemeye devam ettim. Benden kurtulamadı, ağlar gibi sesler çıkarana kadar onu parçaladım. Birlikte yere düştük, yumruğumdan daha büyük taş parçasını suratının ortasına geçirdim. Arkasına geçip boynunu kollarımın arasına aldım, buraya kadardı. Ölecekti. Debelendi, pençelerini kollarıma geçirdi. Bırakmıyordum. Bırakmayacaktım. İğrenç saçları yanağımdaydı. Kendimi ve onu yere sabitledim. Son birkaç kasılmadan sonra kıpırtısız kaldı, nefes almıyordu. Pas kokusu uzaklaşırken yaratığın kokusu tanıdık bir şeye dönüştü.

ANGIEWhere stories live. Discover now