10) Kabus

73.5K 1.6K 15
                                    

"Nereye gidiyoruz?"

"Göreceksin." Merdivenlerden dikkatle indik. El yordamıyla duvardaki elektrik anahtarını buldum, sarı zayıf ışık bodrumu aydınlattı. Üç lambadan ikisi yanmıyordu, bunları bir ara Marlo'ya değiştirtmem gerekiyordu. Orta alanda babamla üstünde antrenman yaptığımız mat vardı. Duvarlar endüstriyel raflarla kaplıydı, üzerilerinde yine babamın takım çantaları, tamir aletleri vardı. Ama asıl göstermek istediğim yer burası değildi. Şaşkınlıkla etrafa bakan Damian'ın elinden tutup benimle gelmesini sağladım. Sağ köşedeki rafların yanına gittik. Bir metre genişliği, kırk santimetre derinliğindeki rafı sıkıca kavrayıp duvardan ayırdım. Aşındığı yerden duvar kâğıdını kaldırınca şifreyi yazmak için küçük bir ekran çıktı. Şifreyi girerken Damian kafasını çevirdi. Çocuksu bir heyecanla bekliyordu, yanakları kızarmıştı.

Duvar kâğıdıyla birebir kesik duvar aralandı, itip aralığı genişlettim. Artık oradan geçebilirdik. İlk adımımı attığım anda kocaman bir örümcek ağıyla karşı karşıya geldim.

"Ah bunu nasıl düşünemedim!"

"En son ne zaman inmiştin buraya?"

"Yıllar önce."

"Tamam, önden gidebilirim." Diye önerdi sakin bir sesle. Örümceklerden korkmazdım yine de önerisini içtenlikle kabul ettim. Dar, karanlık koridorda önümden yürürken uzanıp kolunu tutmamak için kendimi zor tutuyordum. Birbirimizi göremez olduk, nazik parmakları karanlıkta benimkileri buldu. "Buradayım, iyi misin?" Elimi elinin üzerinde kaydırıp bileğini kavradım. Kalbim amuda kalkarken nefesim tekledi ve vücudumu onunkine yaklaştırdım.

"Az kaldı." Birkaç adım sonra koridorun sonuna gelmiştik.

"Burada bir duvar var."

"Sağ köşede yine bir ekran olması lazım." Ellerimizi soğuk beton duvarda gezdirmeye başladık, onunla dar alanda yalnız kalmak sorun değildi ama hava miktarı oldukça azalmıştı, git gide bunalıyordum. "Buldum!" El yordamıyla ikinci şifreyi girdim ve metal kapı gıcırdayarak açıldı. Aradan sızan yoğun ışığa gözlerimizin alışması için bekledik, gözlerini kırpıştırırken Damian çok tatlı görünüyordu.

"Bu inanılmaz!" Tepkisi aşırı sayılmazdı.

Spotlarla aydınlatılmış şık raflar çeşitli silahlarla donatılmıştı.

İlk çağlardan, karanlık dönemlerden kalma silahlarla modernler aynı anda. Hepsi yirmi beş metrekare bir odanın içindeydiler.

Belki de Damian'a fazla güveniyordum, ailemi, sırlarımı anlatmış, babamın gizli silah koleksiyonunu göstermiştim. Dediğim gibi fazla düşünmezdim. Düşünmek dedikleri abartılan bir şeydi nasılsa.

"Biliyorsun, normalde kimsenin silah mahzeni yoktur."

"Burada gördüğün silahlardan birçoğu asırlar boyunca aile üyelerimin, büyük büyük babalarımın falan hayatını kurtarmış. Her birinin hikâyesi var. Sıradan silahlar değil bunlar."

"Peki ya şuradaki kılıç" Aşırı süslemeli, gösterişli, kıvrımlı kılıcı işaret ediyordu.

"Ah o mu? Şey o sadece dekorasyon..." Odanın ortasındaki deri koltuğa uzanıp dirseklerimin üstünde doğruldum ve oyuncak dükkânına girmiş bir çocuk gibi heyecanla silahları inceleyen Damian'ın odayı boydan boya arşınlayışını izledim. Yüzünde hoş bir pembelik vardı. Gösterdiği silahların bazılarının hikâyelerini anlatıyor nasıl çalıştıklarını izah etmeye çalışıyordum. Karanlık çağlardan kalma hançeri kılıfından çıkardı. "Dikkatli ol."

"Hey, sakin ol kendimi kesmeyeceğim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Hey, sakin ol kendimi kesmeyeceğim."

"Ondan endişelenmiyorum." Deyip elindeki hançeri aldım. Tutma yeri benim için oldukça kalındı, daha büyük bir ele göre yapıldığını düşündüm. "Bu sıradan bir silah değil. Şunu görüyor musun?" Küçük çentiği işaret ettim. Dikkatle önümde tuttuğum hançerin çentiğini tırnağımla ittim. Bir anda hançer üçe bölündü. Ölümcül bir silahtı.

"Bu çılgınlık!" Dikkatlice elimden alıp incelemeye başladı. Dudaklarının hayretle ayrılmasını izlemek çok zevkliydi. Koltuğa dönüp arkama yaslandım. Saatler geçmiş olmalı, orada uyuyakalmışım. Başımı okşadığını hissettim. Saçımı yüzümden çekip bana bakarken çok yakınımdaydı. Uysal bir ses çıkarıp gözlerimi tekrar kapattım. Soğuktan kaskatı kesilmiştim yine de yerim rahattı. Kollarını altımdan geçirip beni kucağına alınca sıcak vücuduna minnet duydum. Boynuna sokulup tadını çıkardım. Merdivenlerde zorlanmadı bile. Mutluluğum kısa sürdü, odama gelmiştik bile. Beni yumuşak yatağıma bıraktı. Hemen yanıma dönüp kıvrıldım. Uzanıp ayakkabılarımı çıkardı, yorganın üstünde olmadığım kısmını kıvırıp üstümü örttü.

Gece yarısı göğü delen ve pencereleri zangırdatan gök gürültüsü beni tatlı uykumdan uyandırdı, perdelerim açıktı ve şimşekler sanki yüzüme çakan flaşlar gibiydi. Yataktan fırlayıp çıktım. Terliklerimi bulana kadar soğuk zemin ayaklarımı üşütmeye ve tüylerimi diken diken etmeye yetti. Elbisemi çıkarıp geceliğimi giydim. Damian aklımdan çıkmıyordu. O da üşümüş olabilir miydi? Gidip bakmalı mıydım? Odamdan çıkmış koridorun karşısına geçerken çakan şimşeğin etkisiyle evin içerisi gündüz kadar aydınlandı ve sanki toz zerrecikleri havada asılı kaldı; en korktuğum geceler bunun gibisiler olurdu eskiden. Evde yalnızken çerçevelerdeki yüzler, tanımadığım aile büyüklerinin portreleri, çıplak heykeller, titreyen dev avizeler, boş odalar ve gıcırdayarak hareket eden kapılar evi hayaletlerle dolu hissettirirdi. Saçlarımın savrulmasına neden olan soğuk rüzgar kemiklerimin içinden geçti gitti. Geceliğimin üstüne bir şey giymediğime çok pişman oldum.

Misafirimin kapısı aralıktı, avucumla itip içeriye göz attım. Ay ışığının altında solgun görünen sırtını gördüm; yaraları, bereleri, morlukları geçmişti. Beyaz yorganı bir tek belden aşağısını örtüyordu. Açık penceresinden davet beklemeden giren rüzgar tül perdeleri odanın içerisine uçuşturuyordu, yabani perdeyi ellerimle sakinleştirip bir köşede topladım ve penceresini kapattım.

Damian'ın soğuktan başka bir sorunu varmış gibi ter içinde kalan yüzü acıyla kasılmıştı, kabus görüyor olmalıydı.

Bencillikti bu yaptığım. Onu suçlarken, sürekli kendimi düşünüp halime üzülürken onun ne durumda olduğunu hiç sormamıştım.

Daha fazla düşünmeden yanına gidip kollarımı kaskatı kesilmiş omuzlarına dolabım. Terlemişti ama aynı anda buz gibiydi de...

"Şişşt. Geçti. Buradasın. İyisin." Diye mırıldandım. Gözlerini açmadan beni yanına çekti. Boşta kalan elimle sırtını, kollarını örttüm. Başı göğsümde, kolları bedenime dolanmış bir halde yatıyordu. Yüzü yumuşamıştı. Ağırdı, yine de şikâyet edecek durumda değildim. Ürkek ürkek başımı eğip yanağımı sarı saçlarına yasladım. Daha da sokuldu. Dışarıda fırtına devam ediyordu ama biz tek vücut olmuştuk. Başka hiçbir şey, hiç kimse umurumda değildi. Nefes alış verişi yavaşlayıp sabit bir ritme dönüşünce sonunda ben de rahatladım ve uykunun tatlı davetine cevap verdim. 

ANGIEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin