A- X

99 16 47
                                    



Keyifli okumalar...

Derin'in Baran'ı öptüğünü gördüğüm o lanet geceden bu yana sadece üç gün geçmişti. O üç günde kendi içimde ne savaşlar verdiğimi, elimin kaç kez telefona gidip geldiğini, tekrar bi' travma yaşamamak için evden çıkmadığımı hatırladıkça yine kendi içimde kayboluyordum. Bu süre zarfında sadece Demir ve Kerem ile görüşmüştüm. Demir sürekli mesaj atıp, yokluyor ve bana saçma sapan komik videolar atıyordu. Eskiden de çok yapardı ve o günlere geri dönmek istediğini dolaylı yollardan bana anlatmaya çalıştığı belliydi. Lakin ben de ısrarla o günlere dönmek istemediğimi ona nasıl anlatacağımı bilmiyordum.

Kerem'e ise Baran'ın durumunu ve nerede kaldığını sormuştum. İyiydi ve kendi evi onarılana kadar babasının evinde kalıyordu. Sadece bir arkadaşı olarak, aldığım bu bilgilerin yeterli olduğunu düşünmüştüm ama gece gece onu sürekli göresim geldiğini de hesaba katamamıştım. Elimin kaç kez telefona gittiğini ve kendimi en nihayetinde profilindeki fotoğrafta bulduğumu inkâr edemezdim. Keşke demiştim, en azından beraber bir fotoğrafımız olsaydı.

Neyse.
Artık gerek yoktu.
O Derin ve Ayla'yı benden önce görmeyi seçmişti.
Belki de aklına bile gelmiyordum.
Kalıbımı basarım ki bir kez bile olsun profilime girip de fotoğrafıma bakmamıştır benim!
Hem o beni niye özlesin ki?
Ben onu özlüyor muydum?

Özlüyordum.
Allah kahretsin ki her şeye inat içimde dinmeyen bir özlem vardı.
Onu göresim, sarılasım ve bana yeni yüklenen özellik olarak bir de onu öpesim vardı.

Gerçekten akan zaman bana daha neler yapacaktı böyle?

"Yine daldın düşüncelere..." dedi annem, varlığını hatırlatmak istercesine. Elimdeki çay bardağından bir yudum aldığımda, yüzümü buruşturdum. Soğumuştu bu! Kendime yeni bir çay doldurmak için ayaklandığımda annem boş tabakları da elime tutuşturmuştu. "Elin boş gitme."

"Off!" dedim. Bahçeden, mutfağa doğru yürürken şortumun cebindeki telefon çalmaya başlamıştı. Mutfağa varana kadar da ısrarla çalmaya devam etti. Elimdekileri masaya bıraktım ve telefonu elime aldım. Ekranda gördüğüm kocaman bir BARAN yazısıyla, içimde bir heyecan dalgası oluşmuştu.

Açmalı mıydım?
Tabii ki açmalıydım!

"Efendim?" dedim, sakin olmaya çalışırken.

"Evin önüne gelsene." dedi. Sesini duyduğum an burnumun direği sızlamıştı. Bu kadar özlediğimi ben bile kestiremezdim.

Ama yine de bunu belli etmemeliydim. Üç gündür aklına bile gelmemiştim. Sanki o da benim aklımda değilmiş gibi davranmalıydım. Özlediğimi belli edemezdim.

Telefonu kapatıp, evin önüne çıktığımda onu gördüm. Üzerinde eşofman takımı vardı ve de güneş gözlüğü takıyordu. Yeni arabasına yaslanmış bir şekilde beni bekliyordu.

"Rover mı?" diye sordum. Eğer saçma sapan bir soruyla başlamasaydım, o boşlukta boynuna bile atlayabilirdim.

Güldü. "Evet." Çok güzel gülüyordu.

"Nasılsın?" diye sordum. Güneş gözlüğünü çıkardığında, beni o görmekten korktuğum kahveleriyle baş başa bırakmıştı.

"İyiyim." dedi. İç çekti. "Sen nasılsın?"

"Çok iyiyim." dedim.

Değilim.

"Dizlerin... İyileşti mi?" diye sordu. Bu sabah annem pansuman yapmıştı ve sadece yara bandı vardı.

"Evet. Ufak sıyrıklar işte." dedim. Aman mütevazılığından ödün verme kızım!

"Tanem.." dedi. Bu sefer ben, derin bir iç çekmiştim. Adımı ondan duymayalı bir kaç gün olsa da bana çok uzun bir zaman dilimiymiş gibi gelmişti. "O gece.. hastanedeymişsin. Sabaha kadar. Bilmiyordum."

avukat beyWhere stories live. Discover now