Bölüm8°Rumpelstiltskin

2.8K 381 115
                                    


Keyifli Okumalar..

Tüm yaşananlardan sonra kafemi almama bir haftadan daha kısa süre kaldığına inanıyordum. Aslında kafeden çok aklımda kaldığım gizli oda vardı. Oraya ihtiyacım vardı. Şu an kaldığım İstanbul'un belki de en ucuz otelinde; iki elimde iki gizemli mektup, masada ise saman sayfalı defterim vardı. İlk mektubu gizli odamda bıraktığımı hatırlarsınız. Meğersem, katilin elinde tuttuğu zarf benim elime geçen ilk mektubun zarfıymış. Mektubu, ev paspasının altına bırakmıştı. Bunu dün keşfettim. Saman sayfalı defterimi ise almama izin vermişlerdi. Birkaç dedektif ile tekrardan görüşeceğimi sanıyordum ama henüz öyle bir durum yoktu.

Bu noktaya nasıl geldiğimi, kiminle ya da kimlerle uğraştığımı bilmem gerekiyordu. Ben de bunun için yazacaktım. Saman sayfalı defterin ilk sayfasını atlayarak ikinci sayfasına yazmaya başladım. İlk mektubu ve onu buluş şeklimi, ardından da içinde yazanları sayfaya aktardım. Diğer sayfaya, eli kesik hâlde kafede bayılan adamdan bahsettim ve elsiz bir karikatür çizdim. Bir diğer sayfada ise yine ikinci mektuptan aynı şekilde bahsettim.

Ardından halüsinasyonlar ve o konuyla birleşen elsiz adamın tehdidini, hâlâ meraklandığım Pamuk Prenses'i sorma olayını yazdım. Halüsinasyonlarımda gördüğüm adamın amatör bir çizimini yapıp, resmin iki tarafından oklar çıkardım. Onu gördüğüm iki farklı zaman ve yeri yazıp, ortak noktalarını aradım. Çok geçmeden ortada birleşen iki ok daha çizdim ve oraya "Korku" kelimesini koyu koyuya yazdım.

Akıl hastanelerinden korkuyordum ve onu gördüm. Korkum çaya atılan bir şeker gibi eriyip suya karışmıştı. Ardından gözümü çıkarmak isteyen adam beni sıkıştırınca korkmuştum. Ancak halüsinasyondan sonra adrenalinim coşmuştu ve ona yalan söyleyip, anında ispitlemiştim. Şu ispitleme konusuna gelirsek, ne yazık ki ona Pamuk Prenses hakkında bir şey soramamıştım. O hâlâ bir gizemdi, ve öğrenmek için geri gitmek istemiyordum.

Ne zaman korksam, orada burada beliren gizemli adam ise, çok manyak bir konuydu. O'nu bulmalı, delirmeden kendimi o çukurun içinden çıkarmalıydım. Adamı tekrar görebilmek için ise, bir planım vardı. Yedi katlı otel binasının tepesine çıkabilirdim. Ama düşününce, yükseklikten korkmuyordum. Ama belki.. yedi kattan daha fazlası iş görebilirdi.

Saat geç olmasına rağmen otelden ayrıldım ve yukarıya bakıp yüksek bir bina aradım. Aradığım bina bir siteye bağlıydı. Sitenin karşısında durup bekledim. Sitenin giriş kapısının yanından geçtim ve güvenliği göz ucuyla süzdüm. Cin gibi açık gözleri ve dik duruşlarıyla hiç de uyuyora benzemiyorlardı. Filmlerde hep bir uykucu ve işini yapmayan güvenlik kuralı burada geçerli değildi anlaşılan.

Site etrafında dolandım ve çitlerin en alçak olduğu yeri tespit ederek orada duraksadım. Telefonumu ve oda anahtarımı arka cebime koyup çitlere baktım. Çok yüksekte değillerdi, ancak uçlarında dikenli teller vardı. Tellerden tutunup duvara çıktım ve sonra dikenli tellerin üzerine ceketimi serdim.

Çitten atlayıp geçebildiğim de tellerdeki ceketimi aldım. Ceketin üzerinde yalnızca bir çizik oluşmuştu. Hızla giyip, binalar arasında dolaşmaya başladım. Açık bir kapı arıyordum. Adımlarımı hızlandırdım. Doğru binayı, yani açık kapısı olan binayı bulduğumda, tam içeri girecekken gözümü alan ışıkla duraksadım. Kafamı, ışığın geldiği tarafa - sağa - çevirip bana el feneri tutan güvenlikle göz göze geldim. Bir saniye daha duraksamadan binanın açık kapısından girdim ve peşimdeki adamın yüzüne kapıyı kapattım.

Hızla asansöre binip, çatı katının düğmesine birkaç kere bastım. O sırada güvenlik, içeri girdi ve tam bana ulaşacakken asansör kapıları kapanıp hareket etmeye başladı. Ben yukarı kata çıkarken, tahminen oda merdivenlerden çıkıyordu. Adamın normalin üstünde olan kilosu ve düğmesinin teki patlamış üniformasını da göz önünde bulundurursak, bana en az yirmi dakika zamanım olduğunu anlatıyordu. Ancak kapının önündeki genç güvenlik de bize yetişebilirse, bu sayıyı düşürebilirdi.

Noel zillerinin çıkardığı türden bir sesle duran asansör kapıları açıldı ve ben artık çatı katındaydım. Onu birkaç saniyeliğine de olsa görmek istiyordum ve bu yüzden de yolumdan şaşmayarak çatının kenarına çıkıp aşağıya dikkatlice baktım. O kadar yüksekteydim ki.. Bir an kendimi buradan atasım bile gelmişti. Hatta ölmeyeceğini bile düşünmeye başlamıştım.

Nefes alıp düşüncelerimi tazeledim. Ve asıl amacımı hatırlayarak arkamı döndüm. Arkamda kimseyi göremeyip önüme döneceğim sırada yanımda bir karaltı hissettim.

"Korkuya bağlı halüsinasyonlar ha?" konuşması hızlı ve kelimelerinin her biri farklı bir tondaydı. Aşırı dengesiz bir yüz ifadesi vardı ve mimikleri de sürekli değişiyordu. Asıl garibime giden, ettiği kelimedeki ses tonunun, bir sonraki kelimede değişiyor olmasıydı. Düşünürcesine mırıldandı ve oturup ayaklarını çatıdan sarkıttı. "Sence de biraz hastalıklı davranmıyor muyuz?"

Şaşkınlığımı üzerimden atmak kolay olmadı. Ama yine de onunla konuşmayacaktım. Sonuçta beklediğim kişi oydu, yani bendim.. o beni konuşmadan da anlayabilirdi. Lakin konuşmaya başlarsam, kendimi ruh sağlığı yerinde biri olarak göremeyebilirdim.

Ben de onun gibi oturup ayaklarımı sarkıttım. Korku yine kaybolmuştu ve yine, hiçbir şeyi umursamıyordum. "Eğer konuşursan, gerçekten bir deli olacağını düşünüyorsun değil mi?" mavi gözlerini büyültüp yüzüme yaklaştı ve sarıya dönük dişlerinin hepsini göstererek bir kahkaha attı. Hala bana yakın duruyordu, ve ben hiç ürkmüyordum bile. "Bu bile deli olduğunun bir kanıtı yahu!" bağırıyordu.

"Tam olarak kimsin sen? seni tanıdığımı sanmıyorum." kafasını geriye atıp şaşkınca bana baktı. "Senim! kafanda mahallenin bakkalı olacak değildi ya?!" ses tonu sürekli değişiyor ve dengesiz hareketleri sürekli artıyordu. Bir tür deli gibiydi -ki o zaten tımarhane kaçkını gibi giyiniyordu.

"Ne demek istediğimi biliyorsun!" bu sefer ben de dayanamayıp bağırmıştım ve o, bunun üzerine yüzünü buruşturmuştu. "Nereden bileyim ben? Sokakta gördüğün herhangi bir insan işte!" kaşlarımı çatıp ona daha sert bakmaya başladım. Bunun üzerine kafasını karşıya çevirip gözlerini kısarak bir şeyler düşünmeye başladı.

Kıvırcık ve uzun saçlarıyla oynayıp zıplarcasına ayağa kalktı ve "Hımm.. Ama sen bana Rumpelstiltskin diyebilirsin." diyerek arkama geçip gözlerimi kapattı. "Ne yazık ki samanı altına çeviremiyorum." O, ve gözümün üzerindeki elleri bir toz dumanına dönüşüp havaya karışırken, peşimdeki güvenlikleri hatırlayarak ayaklarımı sarkıttığım yerden atladım.

Yangın merdivenlerine atladığım sırada şiddetle açılan kapı, aynı hızla geri kapandı ve ben de sessizce yangın merdivenlerinden inip siteden kaçmayı başardım. Boş ve karanlık sokaklar arasında sekerek ve kahkaha atarak, adrenalinin hoşuma gittiğini belli ede ede otele geri döndüm.

Pamuk Prenses Bir KatilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin