"10"

1.1K 94 58
                                    

Her sabah kaybolup giden bir rüya gibi oldun artık,

Geceleri beni bekleyen, gündüzlerimi zehir eden.

Bedenim bir dakikalık uyku için adeta çırpınırken, ruhum buna izin vermiyordu. Şu an balkonda, hafif çiseleyen yağmur eşliğinde elimdeki kahveyle öylece oturup düşünüyordum. Yaşadıklarımı, bu zamana kadar gördüğüm muameleyi, daha sonra Ediz'in hayatıma girmesini, Oğuz'u, Ezgi'yi... Ben her ne kadar şiddete maruz kalmış olsam da, dışarıda bir yerlerde, belki karşı apartmanda daha kötülerine maruz kalan kadınlar, çocuklar vardı. 

Kupayı tuttuğum ellerimi daha fazla sıktım. Yavaşça dudaklarıma götürdüm ve aralıklarla birkaç yudum aldım. Hafif esen havaya karşı içimi ısıtan kahvenin sıcaklığı daha iyi gelmişti. Kupayı yavaşça zemine bırakıp başımı duvara yasladım. Biraz dinlenmek için gözlerimi kapattım. 

"Sustu bu gece, karardı yine ay." Mırıldanmaya başladığım şarkı sözünün devamını, oldukça tanıdık bir ses söylemeye başlarken irkildim. Başımı yavaşça sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde Oğuz'u gördüm. Üzerinde siyah tişört, altında ise mavi renk bir eşofman vardı. 

"Kaldı geriye cevapsız sorular," diyerek yanıma oturduğunda istemsizce yana kaydım. Bu, hafifçe gülümsemesine sebep olurken yutkundum. Bir yanım şiddetle yüzünü incelemek isterken diğer yanım bunu reddediyordu. Ben ise bunlardan en güzelini seçtim. Mavi gözlerimi gecenin karanlığına dikerek, öylece izlemeye başladım. 

"Ne kadar tuhaf, öyle değil mi?" diyerek bana döndüğünde ona bakmak zorunda olduğumu anladım. Duvara yasladığım başımı duvardan ayırdım ve ifadesizce ona döndüm. Gözlerimi, onun kahverengilerine diktiğimde yutkunmak istedim. Neyin tuhaf olup olmadığını anlamamıştım.

"Şiddet gören güçlü kız, bir gece evinden atılıyor ve hiç tekin olmayan bir parkta adamı bırak, insandan sayılmayacak bir şerefsiz tarafından saldırıya uğruyor. Onu kurtaran ise Ediz oluyor," dedi en ufak bir duyguya rastlayamadığım ses tonuyla. O gece ağabeyimin benim çığlıklarım eşliğinde her zamankinden daha da beter dövmesi, evden atması... Birer birer gözlerimin önünden bir film şeridi gibi akıp geçerken gözlerimin dolduğunu hissettim. 

"Hatırlatmak için mi geldin?" Başını hayır dercesine iki yana salladı. Ellerini karnında birleştirip sağ bacağını kendisine doğru çekti. Kahverengi gözlerini gecenin karanlığıyla buluştururken yutkundu. Ve ben, o an bir şey fark ettim. 

Oğuz'un yutkunurken adem elması titremişti. 

Gözlerimi yeni çıktığını tahmin ettiğim sakallarına diktim. Şu an, tam bu zamanda, adem elması titrerken ellerimi sakallarının üzerinde gezdirmek istedim. Sağ elimi ürkekçe havaya kaldırdım. Bunu fark etmiş olmalı ki aniden bana döndü. Elimi hızla havadan indirip gözlerimi ondan ayırdım. 

"Ruhun... Çok acıyor mu?" Yönelttiği soruyla kısa süreli bir şok geçirirken bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kahverengi gözlerinin arkasındaki duvarın ardına saklanmış çaresiz bir adam gördüm onun bu haliyle. Elini elimin üzerinde hissedince ani bir refleksle kendime geldim. Elimi elinden ayırdım ve başımı evet dercesine salladım. 

"Senin ruhun, daha okuma ve yazmayı bile zar zor öğrendiğin zamanlarda, vücudunun üzerindeki morlukları fondöten ile kapatmanın acısını kaldırabilir miydi?" Sustu. Sol elini öfkeyle yumruk haline getirip sıkmaya başladı. Yaşadıklarımın acısıyla gözlerim dolarken her şey bir film şeridi gibi perde almaya başladı zihnimde. 

Babamın sinirle ettiği küfürler, ağabeyimin işkenceleri, benim çığlıklarım, annemle babamın hiçbir şey olmamış gibi davranmaları... 

"Bir kızın hayata gözlerini ilk açtığında asla değişmeyecek tek bir aşkı olur derler, o da babası," diyerek söze başladığımda üzerimdeki gri hırkanın kolunu sıvadım. Sol bileğimdeki kesik izlerini gösterdim acı içerisinde. "Lakin o çoğu kızın asla değişmeyecek tek aşkı olan babası, benim için bir intihar sebebinden farksızdı." 

Sağ elini havaya kaldırdı usulca. Kendinden emin bir şekilde sol elimi kavradı ve parmaklarını bileğimdeki kesik izlerinin üzerinde narince gezdirmeye başladı. Sanki kırk yıldır tanıdığım birisiydi ve beni kırmaktan ölesiye korkuyordu. Tutmakta olduğu sol bileğimi, hafifçe dudaklarına yaklaştırdı ve gözlerimin içerisine bakmaya başladı. Hiçbir şey söyleyemedim, hiçbir tepki veremedim. Göz kapaklarımı bu anı görmekten korktuğum için kapattım. 

Bir süre sonra kesiklerimin üzerinde hissettiğim narin dudaklar, ufak bir öpücükle içimin titremesine sebep oldu. Araladığım göz kapaklarım, gözyaşlarımın tane tane süzülmesine izin vermeye başladığında bileğimi elinden kurtardım ve ürkekçe sakallarına doğru uzattım. Elim ve sakallarının arasında kalan o ince boşluk, öylece kalmama neden oluyordu. Aniden elini elimin üzerine koydu ve hafif bir ittirmeyle sakallarına dokunmamı salladı. 

Bu yaptığı harekete buruk bir şekilde tebessüm ederken elini çekti. Yeni çıkmış sakallarını, en sevdiği kitabın kapağında parmaklarını dikkatlice gezdiren bir okur gibi parmaklarımı sakallarında gezdirmeye başladım. 

Gözlerini ağır ağır kapattı. Parmaklarım hala sakallarında gezerken, içimi titreten dudaklarını araladı. Ne söyleyeceğini beklerken gözünden akan bir damla yaş yanağından usulca süzüldü ve parmağımın üzerinde yerini aldı. "Başta Ezgi'nin yaşadığı bir durumdan farkın yok diye düşünmüştüm." Parmaklarım kenetlendi. Gözlerinden akan yaşlar şiddetlenirken ani bir hareketle kafasını kucağıma yasladı. Ben, öylece yatan Oğuz'a bakarken sol elimi sakallarına götürdü.

"Ama sen.. Sen daha farklısın Öykü." Sakallarında olan elimi ürkekçe kavradı kırmaktan, incitmekten korkarmışçasına. Bileğimdeki kesiklere yeniden dudaklarını bastırırken gözyaşlarım şiddetlendi. Ağzımdan ufak bir hıçkırık sesi çıkarken gülümsedi. 

"Ezgi'ye değer veren bir ailesi vardı, onu delicesine seven ben vardım," dediğinde parmaklarımı susmasını istercesine dudaklarına bastırdım. Acımı anlamış olacak ki dudaklarının üzerine bastırdığım parmaklarımı öptü. 

"Ama bana değer veren hiç kimse yoktu." Çaresizliğim, hıçkırıklar eşliğinde ağlamamı sağlarken elimi yumruk yaparak sertçe zemine vurdum. Yetmedi, yine vurdum. Oğuz, kucağımdan hızla başını kaldırarak zemine sertçe vurduğum elimi avuçlarının içerisine aldı. 

"Artık canının asla acımasına izin vermeyeceğim," dedi sert ama aynı zamanda şefkat dolu ses tonuyla. Ağlarken ona baktım. Ay ışığının aydınlattığı kemikli yüzü, parlayan kahverengi gözleri... Kusursuzdu. O, kör bir ressamın yarım kalan tablosu gibiydi. 

"Kör bir ressamın yarım kalan tablosu gibisin," dedim gözyaşlarım yavaşça dinmeye başlarken. Bu sözümden sonra, beni kendisine çekip sımsıkı sarıldı ve elini saçlarıma geçirip naifçe okşamaya başladı. 

"Sen ise, ruhu paramparça olmuş dilsiz bir adamın bağıra çağıra söylemek istediği en anlamlı şarkısın."




kayıp yarınlar (kadına şiddete hayır!) |tamamlandı.|Where stories live. Discover now