"17"

588 48 20
                                    

"Kırık umutlarının ardında, yanmış ruhundan geriye kalan küller saklanıyor, yeniden hayat bulmaktan korktuklarından."

"Uzun zamandır oturup konuşamadık," diyerek gülümsediğinde okuduğum kitaptan başımı kaldırarak ona baktım. Omzunu, yasladığı salon kapısının pervazından ayırıp karşımdaki tekli koltuğa oturdu. Sağ bacağını, yüzündeki gülümseme eşliğinde sol bacağının üzerine yasladıktan sonra ellerini karnında birleştirdi. 

"Bu süreçte şu simayı unutmuş olamazsın, değil mi?" dedi ve yüzünü işaret ederek ufak bir kahkaha attı. Kitapta kaldığım sayfaya ayracı özenle koyup, kitabın kapağını kapattım ve yanıma bıraktım. "O parkta, acılarıma gözlerimden şahit olan bir adamın simasını nasıl unutabilirim ki?" 

"Eh, vardır öyle kahramanlıklarım." Oğuz nedeniyle Ediz'e fazla zaman ayıramadığımın farkındaydım. Tuhaf bir şekilde, öz olmasa da onu ağabeyim yerine koyuyor ve bir genç kızın ağabeyinin olmasının verdiği mutluluğu hissedebiliyordum. Bu... Fazlasıyla güzel ve özeldi. "Sana bir şey itiraf etmemi ister misin?" dediğinde yüzünün bir nebze ciddileştiğini gördüm. Yüzümdeki hafif tebessümü eksik etmeden, onaylarcasına başımı salladım. 

"Az önce nereden geldim haberin var mı?" diyerek bir soru yönelttiğinde kaşlarımı çattım. "Müvekkilinin duruşması bugün değil miydi?" Başıyla beni onayladığında, devam etmesi için beklemeye başladım. Sanki söyleyecekleri büyük bir yıkıma neden olacakmış gibi gözlerini kapattı ve söyleyebilmek için kendisini hazırladı. 

"İlk defa bir davayı kaybettim!" Gözlerini bir anda aralayarak kurduğu cümle ve yüzünün aldığı şekil, şiddetli bir kahkaha atmama sebep olurken yüzünü buruşturdu. "Komik değil," diyerek mırıldandığında sol elim ile ağzımı kapatıp gülmemi engellemeye çalıştım. Ne söyleyeceğimi merak edercesine bana bakmaya devam ederken: "Asla komik değil," diyerek elimi iki yana salladım. "Neredeyse bir felaket bu!" diyerek devam ettiğimde kaşlarını çattı. 

"Kariyerinin sonu değil ya?" dedim sorarcasına. Küçük bir çocuk gibi omuz silktiğinde, gülümseyerek söyleyeceklerini dinlemeye başladım. "Söz vermiştim ben, dava falan kaybetmeyecektim." 

"Mühim olan sürekli kazanmak değil, kaybetmek. Bir şeyleri kaybettikçe üzülürsün ve üzüldükçe yaşadığını yeniden hissedersin. Dinç kalmak iyidir, hayatta sürekli kazanılmıyor." Çatılan kaşları yavaşça eski şeklini aldığında usulca tebessüm etti. "Doğru," diyerek onayladı söylediklerimi. 

Ortama kısa süreli bir sessizlik hakimken, bunu bozan Ediz oldu. Onu izliyor oluşumu umursamadan gözlerini gözlerimi dikti. "Ne okuyorsun?" Gülümsedim. Rahatça kitap okuyabiliyor oluşumun yanı sıra, ne okuduğumu soran bir insanın olması dahi mutluluk vericiydi. 

"William Shakespeare, Romeo ve Juliet," dediğimde oturduğu koltuktan ayağa kalktı ve benim oturduğum üçlü koltuğun en uç köşesine oturup kitabı elinde aldı. "Romeo ve Juliet güzeldir lakin Soneler'in yeri, kitaplığımda ve kalbimde bambaşka." O kitabı incelemeye devam ederken oturduğum koltukta hafifçe doğruldum ve gözlerimi kitabın kapağına sabitledim. 

"Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,

Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna." Gözleri kitabın sayfalarından ayrılıp beni bulduğunda, boş bir ifadeyle ona bakmaya başladım. Bakışları... Kırıktı. Yanlış bir şey söylediğimi düşünürken: "Şey, elli sekizinci sonesinde..." Sağ elini hafifçe yukarıya kaldırarak susmamı işaret etti. Dediğini yaparken çoktan dolan gözleri, neden birden neşesinin kaçtığını merak edişimi tetiklediğinde artık boş bir ifadeyle değil, soran gözlerle ona baktığımı fark etmemi sağladı. 

"Sen... Ona bu kadar benzeyemezsin ki," diyerek mırıldandı. Özgürlüğe yol almak istercesine dolu gözlerinden akmaya başlayan yaşlar, yanaklarından ağır ağır süzülerek yeni bir yol çizdiler kendilerine. Benzettiği kişinin kim olabileceği aklımda büyük bir soru işaretiyken, ürkek hareketlerle biraz yanıma yaklaştı ve elini yanağıma koydu. Gözlerini kapatarak başparmağı ile yanağımı usulca okşamaya başladı. Ciğerlerine, yalnızca yaşamak zorunda olduğu için çektiği o derin nefes yıkımlar yarattığından, ağlaması şiddetlenmeye başladı. 

"Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni," dediğinde sanki gözlerimi kapatsam acısı bana geçecekmiş gibiydi. Öyle de yaptım. Ediz'in tüm acılarının bana geçmesi için, gözlerimi sımsıkı kapattım ve yalnızca onun sesine odaklandım. "İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini." 

Sesi kulaklarıma dolarken bedenimi saran bir çift kol hissettim. Ağlayışı artık tamamen şiddetlendiğinde başını omzum ile boynum arasına gömdü ve sesinin çıkmasını engellemeye çalıştı. Başımı olumsuz anlamda salladım ve kollarımı onun bedenine sardım güç vermek istercesine. "Ezgi... Benim yaralı minik serçem," dediğinde sonlara doğru kısılmaya başlayan sesi, acının egemen olduğu boşluğa doğru sürüklenirken gözlerimi araladım. 

Parçalanmış umutlar insanın acı dolu feryatlarının önüne geçermiş, seninle öğrendim.

"Ezgi'm, o da çok severdi senin okuduğun kısmı." Sustum. Ediz'in gözyaşlarının sebebi olmak, ölümden dahi beter bir hale sürüklenmeme sebebiyet veriyordu. Hissettiğim suçluluk duygusu kelimeleri toparlamamı engelliyor, ağlayışı ile gözlerim doluyordu. Acısı dinmemişti, dinmeyecekti, dinemeyecekti. Büyüktü. Taşımaya çalıştığı yük... Çok ağırdı. 

"Özür dilerim," diyebildim yalnızca. Gözyaşlarının ıslattığı tişörtümden usulca başını kaldırdı. Hiçliğe sürüklenen gözleri, mavi gözlerimi bulurken kırık bir gülümseme ve ona eşlik eden gözyaşları ile öylece bakmaya başladı. "O benim en ihtiyaç duyduğum zaman yanımda olurken, ben onu yalnız bıraktım, acı dolu çığlıklarıyla." Ellerimi, titreyen elinin üzerine koydum. Öylece bana bakıyor, tek bir cümlemle içerisinde bulunduğu cehennemden kaçıp kurtulmak istiyordu. Ne kadar yandığı... Belliydi. 

"Sen böyle olmasını istemedin." 

"Engelleyemedim de!" Yükselen sesi, içerisinde tuttuğu acıları sembolize eden birer nida niteliğini taşıyordu.

"Hayır," diyerek mırıldandım. "Elinden geleni yaptın." 

"Elimden geldiğimi yaptıysam Ezgi'min..." Duraksadı. Söyleyeceğini yaşamış olsa da, ağırlığını hala kaldıramadığından dile getirmekte zorlanıyor, üstesinden gelemiyordu. "Benim yaralı, minik serçemin üzerini şu an neden kara toprak örtüyor?"

"Kırık umutlarının ardında, yanmış ruhundan geriye kalan küller saklanıyor, yeniden hayat bulmaktan korktuklarından," dedim fısıltıyla. Titreyen ellerinin üzerine koyduğum ellerimi geriye çekip kollarımı karşımdaki acı dolu adamın bedenine sardım ve kulağına doğru fısıldadım. 

"Yaşamı onlara yasaklama yoksa deliye dönecekler." Derin bir nefes aldı ve Ezgi'yi, kız kardeşini öpüyormuş gibi omzuma minik, hasret dolu bir öpücük bıraktı. 

"Delirsinler," dedi mırıldanarak. 

"Delirmesinler." O da kollarını kardeşinin hasretiyle bedenime doladı. 

"Delirsinler Öykü. Delirsinler ki, acılarından kaçmak yerine onlarla yaşamayı öğrenebilsinler."

kayıp yarınlar (kadına şiddete hayır!) |tamamlandı.|Where stories live. Discover now