"16"

695 56 66
                                    

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

-Orhan Veli Kanık

"Bugün acılardan uzak, yalnızca en içten kahkahalarımızın bize eşlik ettiği bir gün olmasını isterdim." İmkansız isteğim üzerine usulca tebessüm ettim. Bu, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir istekti. Acılarımı unutamazdım, onlar olmadan adım dahi atamazdım ben artık. Yorulmuştum çünkü. Hepsini teker teker unutmaya çalıştıktan sonra bedenimdeki o yaraya denk gelmekten, rüyalarımda yeniden çığlıklara boğulmaktan... Unutmaya çalışmamak, gideceğim her yere onlarla birlikte gitmek daha cazip geliyordu. En azından ruh halimi biraz olsun hissetmiyordum.

"Acılarımızdan uzak bir gün geçiremeyiz biz," diyerek buruk bir tebessüm bahşetti dudaklarına. Duvara sabitlediğim gözlerimi sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Oğuz kapının pervazına yaslanmış, dudaklarındaki o buruk tebessümüyle gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimi yüzünde gezdirmeye başladım. Yeni çıkmaya başlayan sakalları, ela rengi, hatta bazen daha açık olabilen gözleri, yaşadığı acıları temsil etmek için asla taramadığı o dağınık saçları... Kusursuzdu.

"Ama onlarla yaşamayı öğrenebiliriz," dedim fısıltıyla. Az önce yaslanmış olduğu kapı pervazından kendisini ayırdı ve küçük, sakin adımlarla yanıma doğru gelmeye başladı. Her adım atışında yalnızca acı çekmem için atan kalbim, aptalca gülümsememe ve heyecanlanmama neden oluyordu. O, benim acılarımı tüm samimiyetimle açabildiğim adamdı. O, her bir köşesinde nefes alabildiğim tek insandı. O... Sığınabildiğim en güzel uçurumumdu.

Yatağın en uç köşesine oturdu ve bana doğru döndü. Başını hafifçe önüne eğdi. Bilirdim onun bu halini. Dağılmıştı. Birazdan söyleyeceklerinin zihnindeki taslağıyla, ruhundaki acı dolu küçük oğlan çocuğuyla, çaresizlikle, dağılmıştı. Ellerimi yeni çıkmaya başlayan sakallarına uzatmak istedim ama o, başını havaya kaldırıp bakışlarını gözlerime sabitleyişiyle buna bir nevi engel oldu. "Onlarla yaşamayı öğrenemeyiz Öykü." Boş bir ifadeyle ona bakmayı sürdürdüm. Ses tonundaki umutsuzluk ilik ilik işlemişti aşık olduğum ruhuna, farkındaydım.

"Benim ruhumdaki yaralar her dakika yeniden kanıyor, her saniye daha çok acıtıyor canımı. Geçmiyor güzel kız çocuğum, geçmiyor,"dedi sesindeki titremesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve bir süreliğine sessiz kalmak istedim. Güzel kız çocuğum...

"Bana böyle seslenme," dedim mırıltıdan farksız bir ses tonuyla. "Bırak güzel kız çocuğum hitabı, durmadan kanayan yaramın sahibinde kalsın. Bırak, dudaklarından bu tabirle, yalnızca hayallerimde her şey için benden özür dileyen kişinin kalsın. Bırak Oğuz... Bırak ki, babam bir gün bana özür dilerim güzel kız çocuğum, çocukluğun için diyebilsin."

Çaresizlikle ellerimi yüzüme doğru götürdüm ve Oğuz'un görmemesi için sımsıkı kapattım. Gözlerimden yanaklarıma süzülmeye başlayan yaşlar, her dokunduğu yeri adeta yakıp kavuruyordu. Neden diyerek geçirdim içimden. Neden seninle birlikte geçirmek istediğim çocukluğumu ellerimden aldın baba?

Ellerimin üzerinde Oğuz'un ellerini hissettim. Ağlamamı dizginlemeye çalıştım ilk önce, başarılı olamadım. "Sana kaç kere söyleyeceğim benden saklama gözyaşlarını diye?" Hafif azarlar gibi kurduğu cümle bin bir şefkat doluydu. Oğuz ellerini ellerimden ayırdı ve benim de aynı şekilde, ellerimi yüzümden ayırmamı beklemeye başladı. "Ben bu gece ölmek istiyorum." Ellerimi yüzümden ayırdım ve Oğuz'dan aldığım cesaretle, gözlerinin içine bakmaya başladım. Neden kendinden taviz vermek istemiyorsun ölü ruhlu adam?

"Eğer ölürsen babanın sana, özür dilerim güzel kız çocuğum, çocukluğun için deyişini hiçbir zaman duyamayacaksın." Başımı olumsuz anlamda salladım. Ben istiyordum ama istekler hiçbir zaman gerçekleşmezdi. İyi tarafı olarak kalmasını istiyordum. Biliyorum çünkü, bu tabir benim babamdan başkasının ses tonunda güzel durmazdı ki, duramazdı.

"Biliyor musun, ben hep kendimi suçladım." Derin bir nefes aldım. Sonlara doğru kısılmaya başlamıştı sesim, her zamanki gibi. Sağ elimle sol kolumu ovuşturdum gücümü yeniden toparlamak için. Bu zamana kadar kendim düşüp kendim kalkmıştım. Bana derman olacak kimse yoktu, kendi yarama derman nasıl olunur onu öğrenmiştim. Güçlüydüm. Güçlü kalmalıydım, insanlara muhtaç olmamalıydım. Giderlerdi çünkü.

"Artık sadece benimle toparlan," dedi Oğuz gülümseyerek. Yutkundum sessizce. Oğuz... Harabeye dönmüş bir umut çukurunun en altından beni kurtaran güzel adam. O da gider miydi bir gün? Beni endişelendirmemeye çalışarak bana doğru yaklaşmaya başladı. Sırtımı yatağın başlığına dayamıştım, o da yaptı aynısını aramızda mesafe bırakarak. Daha sonra dudaklarındaki belli belirsiz gülümsemeyle göğsünü işaret etti.

"Dünya bir cehennem." Gözlerindeki küçük çocuğun belli belirsiz buruk bakışları, acılarımızı temsil eder nitelikteydi. Sanki birbirimize iyi gelebilecek tek panzehir bizdeydi. Ve biz bu gece, o panzehiri denemeden önce kanatıyorduk yaralarımızı acı çeke çeke, canımız yana yana. "Bu cehennemden kanaya kanaya uzaklaşabiliriz. Gel, yaklaş, yasla başını. Sana ant içiyorum ki, cehennemden soyutlanabiliriz." Sesindeki büyüleyici tını, ruhuma yavaşça sızarken boş bir ifadeyle ona baktım. Haykırmak istediğim her kelime boğazımda bir bir düğümlenmeye başladı. Haklıydı. Dünya, cehennemden farksızdı.

Cehennemden yaralarımızı kanata kanata soyutlanabileceğimizi söyleyen ölü ruhlu adam, bunca zaman tek başına mı karşı çıkmaya çalıştın bu adaletsiz düzene? Ve bunca zaman, kanaya kanaya tek başına mı yanmak zorunda bırakıldın?

Gözlerimden akan yaşlar büyük bir umursamazlıkla kurumaya başlarken usulca Oğuz'a doğru yaklaştım. Son bir defa yüzüne baktım. Artık daha bir anlamlıydı kusursuzca çizilen kıvrımları, ufak kırışıklıkları. Daha bir güzel bakıyordu gözlerimin içine, daha bir anlamlı geliyordu gözlerinin rengi. "Yine ant içiyorum ki, birlikte kurtulacağız, kanaya kanaya." Gülümsedim hafifçe. Başımı, Oğuz'un sol göğsüne yasladım güvenerek.

Sağ eliyle yavaşça elimi kavradı ve bir süre durdu. Dakikalar geçtikçe, daha sıkı sardı elimi. Benim küçük ve soğuktan buz gibi olan elim, onun büyük ve sıcak elinin içerisinde adeta kaybolurken gözlerimi kapattım. "Elin çok soğuk," dedi bundan rahatsız olurcasına. "Yüreğin zaten soğuktan tir tir titrerken ellerin üşümesin."

"Böyle başlayan bir şarkı vardı sanırım," diyerek konuyu dağıtmaya çalıştım. Oğuz'un sessiz kalışına şahit olduğumda, gülümsediğini hissettim. Gülümsemek... Ne de çok yakışıyordu o dudaklara, onun dudaklarına. Sol göğsüne yasladığım başımı istemeyerek ayırıp elimi elinden çektim. Onu görebilmek adına doğruldum ve sol elimi yeni çıkmaya başlayan sakallarında gezdirdim, daha sonra yavaşça saçlarında.

"Elleri üşüyordu, kalbi sanki kardan." Oğuz'un sesi... Bir adamın sesi, bu kadar mı yaşadığı acıları yansıtabilirdi? İşliyordu sanki ruhuna. Şarkılar, ona yazılmış gibiydi. Onun ruhuna, yüreğine, yaralarına, acılarına...

"Aldım, sardım, sarıldım ona. Dedim ki, artık hiç korkma.

Durdu, sustu, dokundu saçlarıma. Bir kirpik düştü yanağıma."

Cebinden telefonunu çıkarttı ve şarkı listesine girdi. Neredeyse tümü Cem Adrian'ın şarkılarıyla doluydu. Bu kadar fazla mı yanmıştı canı?

Özledim, özledim...

Saçlarımda oysa hala ellerin.

Özledim, çok özledim...

O kirpik hala bende sevgilim.

"Biliyor musun, benim ruhumda senin daha özel bir şeyin var." Parmaklarımı Oğuz'un saçlarının arasından ayırdım ve soran gözlerle ona bakmaya başladım. Elini yanağıma yaklaştırdı ve başparmağıyla yanağımı usulca okşamaya başladı.

"Durmadan kanayan yaran var güzel kız çocuğum. O yaranın sahibinin bıraktığı acılar var, sen varsın, çocukluğun var. Asla yaşayamadığın çocukluğun..."



kayıp yarınlar (kadına şiddete hayır!) |tamamlandı.|Where stories live. Discover now