12.AYRILAN YOLLAR

13.6K 714 272
                                    

Bir insanı tanıyabilmek, okuyabilmek, onun bir adım sonrasında hangi yolu seçebileceğini çok iyi bilmek; tüm bunların hepsi, bir yaşanmışlıkla gerçekleşebilirdi. Birlikte geçen bir yaşanmışlık. Karşındaki bedenin zihninden geçenleri görebilmek, düşüncelerini kendi aklından geçirebilmek; zaman gerektirirdi. Bir arada geçirilen bir zaman.

Beni, benden daha iyi tanıdığını dile getiren bir adamın davranışlarımı önceden tahmin edebilmesi, sahiden bunu kanıtlar mıydı? Beni, benden nasıl daha iyi tanıyabileceğini aklım almıyordu.

On altı yaşımdan bu yana, her anıma tanıklık eden bir yabancının gözünde bu kadar tanınır olmak, içimde bazı huzursuz hisler peydahladı. Yabancı biriydi Algan benim için. Bir haftalık tanışma serüvenimizin, beni kaçırmasıyla başladığı bir yabancı...

Sonrasında aklımın, hayalimin dahi alamayacağı bir karmaşanın içinde bulmuştum kendimi ve hala içinden çıkabilmiş değildim. Cevaplanmayan sorularımın yanıtları, bana yeni bir yıkımı da beraberinde getirecekti. Biliyordum. Görüyordum.

Her defasında düzenimi oturttum, acılarımı artık gerimde bıraktım dediğim an yürüdüğüm yolda ayağıma çelme takanlara alışmıştım. Defalarca düşmeye, ardından yeniden kalkmaya alışmıştım.

Zamanı geldiğinde bulduğum yanıtların bana en büyük çelmeyi takacağını bilsem de, bildiğim bir şey daha vardı ki o da yeniden kalkabilecek olmamdı. Her zaman düşerdim, her zaman kalkardım ayağa. Çünkü ben kalkmazsam, kaldıracak kimsenin olmadığını öğreneli çok oluyordu. El uzatmıyordum çünkü kimseden bir yardım beklediğim yoktu.

Tek başımaydım, hâlâ öyleyim ve bundan bir an bile gocunmuyorum.

Beni tanımadığım bir yabancının benden daha iyi tanıması mümkün dahi değildi. Çünkü yaşadıklarımın sancılı azabını kendi içimde çekerken, dışarıdan görünen devamlı etrafına gülümseyen bir kadındı ve kimse bu kadını tanıdığını söyleyemezdi. Acılarının harında kavrulan o kadını, yalnızca ben tanıyordum.

Yedi yaşımdan bu yana beni izlemişlerdi; sokakta yürürken, çalıştığım yerlerde, okulumda, kütüphanede ders çalışırken, otobüste kulaklıklarım takılı camdan dışarıyı izlerken, kimsesizler yurdunun bahçesinde arkadaşlarımla oyunlar oynarken, çocukları ziyaret ederken, arkadaşlarımla konuşurken...

Yani, hep gülerken.

Oysaki yetimhanede henüz çocukken yorganın altında sessiz ağlayışlarımı, kendi evime yerleştiğimde banyoda yakarışlarımı, dışarıda içime akıttığım yaşlarımı bilemezlerdi.

Kimse, kendi içine ağlayan Hera'yı tanımıyordu.

İçindeki acıyla mücadele etmeye çalışan, her gece yatağında anne ve baba diye ağlayarak rüyalarından uyanan, kabuslarının pençesinde yaralı şekilde çırpınan, ruhu hâlâ o kaza gününde, bir gecede ailesini kaybettiği günde takılı kalan kadını, kimse tanıdığını iddia edemezdi.

Karşımda duran Algan'a bakmaya devam ederken, dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu. Yine de düşündüğünün tersini, ona söylemedim.

Beni tanıdığını sanması, daha kolaydı. Çünkü ben kendimi insanlara anlatmayı bırakalı, çok oluyordu.

Gülmelerimin ağlayamadığımdan olduğunu bilmemeleri, kimsenin suçu değildi. Gülmek, her zaman içinde mutluluğu barındırmıyordu. Bazen gözyaşların başka bir yolla dışavurumuydu yalnızca.

Bunu da söylemedim karşımda adama. Biliyordum ki, her ne kadar beni on altı yaşımdan beri beni izliyor olsa da, en az benim ona olduğum gibi o da bana yabancıydı. Oysa herkes kadardı bildiği Hera.

ZAMANSIZ SEVGİWhere stories live. Discover now