d ö r t

642 85 87
                                    

Kocaman camın kenarında satranç oynayan Klaire ve Li'yi izlerken, önümden geçen bir balıkla irkildim. Suda fazla hızlı yüzüyordu. İkisi üçüncü kez oyuna başlarken Klaire sızlanıyordu. "Nasıl beni her seferinde yenebilirsin?"

"Çin'de satrancı iletişim kurmak için kullanırız. Başla hadi."

Ben masada hareket eden taşları izlerken ikisi de kaşlarını çatmış, düşünüyorlardı. Malo etrafta görünmediğine göre, muhtemelen yine yapmaması gereken bir işle uğraşıyordu.

"Neden Anastasia ile ne konuştuğunuzu söylemiyorsun?"

Klaire piyonunu hareket ettirirken yandan bana baktı. Ona hiçbir şey konuşmadığımızı söylesem de buna inanmıyordu. "Söyledim ya, Marcus'un nerede olduğunu sordu yalnızca."

"Ondan sonra neden kayboldun peki?"

"Biriyle tilki besledim."

Li ve Klaire aynı anda başlarını kaldırıp bana baktılar. Loş odayı yalnızca şömine ve suyun mavi ışığı yansıtıyordu ama ikisinin de yüzünde söylediğimden emin olamayan tuhaf bir ifade vardı.

"Kimle?" Dedi Li başının traşlı kısmını, siyah ojeleri ile kaşırken.

"Peter Pendragon."

"O da kim? Daha önce öyle birini duymadım."

"Hufflepuff'tan."

İkisi de sessizliğe büründü. Binalar arasında dostluk yıllardır sağlanıyor ve ayrıştırılmak hoş karşılanmıyordu fakat bunlar devam ettirilmesine rağmen, yüzyıllar önce sürmüş önyargılar için hala yeni sayılıyordu.

İkisinin de Hufflepufflar ile pek içli dışlı olmadığını biliyordum.

"Bekle," dedi Klaire bir anda tekrar bana döndü. "Uzun boylu, sürekli serada bitkilerle konuşan tuhaf çocuktan mı bahsediyorsun?"

"Tuhaf değil," dedim yüzümü buruşturup. En azından bana tuhaf görünmemişti. Yalnızca biraz sessizdi. "Onu tanıyor musun?"

"Bazen derslerde görüyorum. Pek sesi soluğu çıkmıyor."

Başımı sallayıp, önemsemiyormuşum gibi cama döndüm. Upuzun kuyruğunun ucu bıçak şeklini almış lacivert renkli bir balık aşağıya yüzerken soğuk cama dokundum. Klaire'e hep serada olduğunu nereden bildiğini sormak istiyordum ancak fazla meraklı de görünemezdim. Ortada dolaşan söylentilerden kolay kolay haberim olmuyordu.

"Umarım Ormar, ormanda çocuğun tekiyle tek başına tilki beslediğini öğrenmez." Li gülerken Klaire ona susması için ölümcül bir bakış attı. Neyse ki taşlarından birini oynatmaya devam etmişti, hiçbir şey olmamış gibi.

"Marcus'un umursayacağını sanmıyorum."

"Neyi umursamayacakmışım?"

Marcus gölgelerin arasından, sırtını duvara yaslayarak çıkınca üçümüz de irkildik. Siyah gözlerinde memnun olmayan bir ifade olsa da dişlerinin arasında tuttuğu bir, ince, kısa bitki sapıyla gülümsüyordu.

Kim bilir yine hangi kara büyüyle uğraşıyordu.

Sertçe yutkunup, diken diken olan tüylerimle ayağa kalktım. "Hiç," dedim Marcus'un yine beni Klaire ve Li karşısında beni küçük düşürecek bir şey söylemesinden çekinerek camdan uzaklaştım. Marcus da beni takip etti. "Satranç oyunundan söz ediyorduk," dedim yatakhaneye yönelecekken üstüme yürüdü. Ağır ve maskülen parfümü burnuma dolup, sırtım serin duvarla birleşince ne kadar yakın olduğunu fark eden kalbim sıkıştı.

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWhere stories live. Discover now