o n d ö r t

548 80 350
                                    

- P E T E R -

Bir anda kapı açılıp, içeriye hışımla Marcus girince irkildim. Donuk teninin üstündeki siyah gözlerinden ateşler çıkıyor gibiydi. Yalnızca odaya girmesiyle bile sıcaklığın birkaç derece düştüğünü hissettim.

Marcus Ormar ile daha önce hiç konuşmamıştım. İkimiz de birbirimizin varlığıyla açıkça ilgilenmiyorduk. O muhtemelen adını bilmeye bile değmeyecek kadar önemsiz bir Hufflepuff öğrencisi olduğumu düşünüyordu.

Bense... pek bir şey düşünemiyordum aslında. Benim Ormar'a karşı düşüncelerim karışıktı.

İlk başta ne kadar zengin, bencil, safkan bir Slytherin klişesi gibi gözükse de dahası var gibiydi. Sukie ile arasındakini anlayamıyordum. Anlamak istediğimden de emin değildim. Burada olmamalıydım belki. Sonuçta ikisinin arasında çözülememiş mesele beni ilgilendirmiyordu.

Tek başına bırakacak değildin ya.

Doğru, elbette. Fakat bu kadar arkadaşı olan biri için neden hastane kanadında yapayalnız olduğunu anlayamıyordum. Hala haberi almamışlar mıydı? Yine de nasıl merak etmiyorlardı? Gelmesini beklediğim son kişi Ormar'dı.

"Ne oldu ona?" Yüzüme bakmadan, adeta sanki burada olmasının suçlusu benmişim gibi tükürdü. Tabii bir yandan da öyleydi ama sonucu nereden bilebilirdim ki?

Yatağın başında dikilirken göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Uzak bir yerden koşmuş gibiydi. Hah. Demek ki o kadar da nefret ediyor olamazdı Sukie'den. En azından Sukie'nin düşündüğü kadar. Şu an epey endişeli, korumacı ve... gerçekten de erkek arkadaşıymış gibi görünüyordu. Uzun yıllardır.

Sukie'nin uyuyan yüzüne baktım. Gür, kıvrık, siyah kirpikleri belirgin elmacık kemiklerine değiyordu. Madam Pomfrey'nin verdiği iksir her neydiyse huzurla, sakin sakin nefes alıp vererek uyuyordu. Ellerinden biri yüzünün yanına düşmüştü ve bir an için bana Büyü Tarihi Rönesans ve Reform dönemindeki tabloları anımsatmıştı. Özellikle melek çizimlerini.

"Accio," diyen Marcus'un sesiyle ona baktım. Bir sandalye sessizce ve hızlıca ona doğru geldi. O da benim gibi sedyenin karşı kısmına oturdu. Sukie'yi izlerken siyah gözünün altında bir de gerçekten bir yumruk gibi oturmuş bir çürük izi olduğunu da gördüm.

"Önemli bir şey değil. Alerji ilaçları uyku yapıyormuş."

Marcus sıkıntıyla göğüs geçirdi. Düştü düşecek gümüş ve zümrüt renkli kravatını çıkarıp, camın önündeki betona attı. Sukie'yi izlerken ise canı sıkkın gibiydi. Onu böyle görmekten hoşlanmadığı açıktı.

Buradan gitmem gerekiyordur belki de. Tamam aralarındaki tuhaf ama hala o, onun erkek arkadaşı. Sen ise burada fazlalıksın. Yalnızca birkaç aydır arkadaşsınız.

"Yemek yemiş miydi?"

Marcus'un sorusuyla kaşlarımı çattım. Tekrar Sukie'ye baktım. Emin değildim. Onu kahvaltıda görmüştüm. Gördüğüme emindim çünkü gözlerim ister istemez onunla tanıştığım günden beri sürekli Slytherin masasına kayıyordu. Fakat yemek yemiş miydi yoksa geçiştirmiş miydi bunu bilemiyordum.

Ya kendisi? Kendisi neden bilmiyordu? O onunla aynı masada oturabiliyordu. Hatta yanına oturabiliyordu. Onunla beraber yemek yeme şansı da vardı.

"Bilmiyorum," dedim. "Onu yemekte gördüm ama—"

"Uykusuz kaldığına dair bir şey söyledi mi?"

Başımı iki yana salladım. Bunların elbette Sukie'nin kötü hissetmesine dair olabilecek faktörler olduklarını bilsem de sürekli kalbini ve midesini tutan biri için daha fazlası olduğu açıktı. Alerjiden daha fazlası olduğunu düşünüyordu. Elbette benim söylediklerime inanmıyordu. Belki de onun hastalığını anlayamayacak kadar aptal olduğumu düşünüyordu.

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWhere stories live. Discover now