d o k u z

684 83 234
                                    

Marcus'u kuleye doğru çıkan merdivenlerin arasında, karanlığa karışmışken buldum. Her zamanki memnuniyetsiz, sıkılgan ifadesi simsiyah gözlerinde alay ve biraz da sabırsızlık vardı.

"Beni beklettin," diye homurdandı.

"Üzgünüm, prens hazretleri için zamanda yolculuk yapmam gerektiğini bilmiyordum."

Koyu, tok, kahverengi saçları omuzları inip kalkarken hareket ediyorlardı. Sanki ışık onlara vurur vurmaz, hepsini içine alıp yok ediyordu. "Bu kez konu ben değilim."

"Ne o halde?"

Etrafına bakınıp kimsenin dinlemediğinden emin olduktan sonra fısıldadı. Hastalıklı sayılacak kadar soluk teni ve mor göz halkaları bana komik bir anısını anlatacak olsa dahi, ona gülmemi imkansız hale getirecek gibiydi.

"Son zamanlarda... bir haber aldın mı?"

"Pek spesifik bir soru değil."

"Sukie." Dedi ama kızgın değildi. Sabırsızdı. "Mızmızlanmanın sırası değil. Bu önemli."

"Nasıl bir haber almam gerekiyordu? Hayır, hiçbir haber almadım. Biliyorsun, bu kadar genelgeçer soruları sormak için beni sürekli bir yerlere çekmene gerek yok."

Marcus şimdi kaşlarını çatmıştı. Alt dudağını gerginlikle çiğnerken doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. Yine neyin peşindeydi? Bay Ormar ile mi ilgiliydi? Belki de yine başının belaya girmesinden çekiniyordu.

"Eğer," dedi bir kez daha paranoyak gibi etrafını gözlemledi. Sertçe yutkunurken zayıf bedeni adeta sarsıldı. "Başını belaya sokacak bir haber alırsan bana gelmen gerek. Kimseye gitmeden önce. Anlıyor musun, Sukie? Bu önemli."

"Başımı belaya sokacak bir haber mi? Ne gibi? Martin Swindells'in soyunma odalarına yaptığı büyüyü hangi kitaptan öğrendiğini mi mesela?"

Onu ciddiye almıyor olmam yavaş yavaş damarlarının kızgınlıkla belirginleşmesine neden olmaya başlamıştı. Bana kalırsa çok bile sabretmişti. Marcus ve öfke kontrol aynı cümlede geçen kelimeler değillerdi.

Kim bilir ne tür bir iş çeviriyordu.

Ve yine kim bilir nasıl büyütüyordu.

Onunla ilgili her şey dramatik ve büyük olmak zorundaydı. Diğerleri? Hayır, onlar önemsizdi. Onlar bahsedilmeye bile değmezdi onun için.

En azından son zamanlarda tanıdığım Marcus için.

"Tamam. Durum raporlarımı günün sonunda mı vermemi istersin, başlarken mi? Punto farkı var mı, tüy kalemi kabul ediyor musunuz?"

"Neden zamanımı harcıyorum," diye kendi kendine söylendi. Ona katılıyordum. Madem benimle olmaktan bu kadar nefret ediyordu, ne diye sürekli zamanımı çalmaya çalışıyordu? Sonunda öleceğim gün onun için özgürlük olmayacak mıydı? Kendisi bile bunu masada bana ve babama karşı söylemekten çekinmemiş miydi? "Yardım etmeye çalışıyorum."

"Niye? Kime?"

"Endişeliyim," dedi kabul ettiği için kendinden tiksinir gibi sesi kısıldı.

"Neden?"

"Merlin'in sakalı, Sukie. Senin için elbette."

Benim kaşlarım çatılırken o gelip geçenleri hala kontrol ediyordu. Artık söylediklerinin gizliliğini düşünmesinden değil de, olur da biri kalbi olduğunu kanısına varır diye korktuğundan kontrol ettiğini düşünüyordum.

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWhere stories live. Discover now