B İ R

1.3K 58 197
                                    

Üstüme adeta atılan kitapların ağırlığıyla dengem düşüp, asam devasa çam ağaçlarından birindeki süslere takıldı. Homurdana homurdana hemen peşine atılan kitabı da dengelemek için kollarımı biraz daha açtım.

"Bir sorun mu var Barnes?"

Evet. Kesinlikle. Aklını kaçırmak üzere olan dahiyane danışmanımın yayınlarından birinin peşinde koşarken sonunda kendi aklımdan olacağım gün gittikçe yaklaşıyordu. Noel bu denli yaklaşmışken bile kendime en son ne zaman vakit ayırdığımı hatırlayamıyordum. Ayağımı uzatıp çizmemin ucuyla asayı en azından eteğimin altına çekmeye çalıştım ama en üstteki kitap fazla sallanmaya başlayınca pes ettim. Ya asa, ya da Flourish and Blotts'daki en son 16. Yüzyıl'da kullanıldıklarından emin olduğum eser niteliği taşıyan kitaplar olacaktı. Gideon Humphreys tekrar Profesör Mafalda DuBauer'ın listesini gözden geçirdi. Gözlüklerinin camları o kadar kalınlardı ki, dışarıda yağan karın beyaz yansımasını dahi mercekten yansımasına izin vermiyorlardı. Upuzun saçlarının örgüsü her zaman beni bir yere takılıp, kilometreleri bulan ama fazla iç içe dizilmiş kitaplıkların devrilmesine yol açacak gibi durduğundan geriyordu.

"Liste hala bitmedi mi?"

Olmayan kaşlarını biraz daha çatıp listeye tekrar baktı. Hayatını kitap satarak kazanan biri için çok yavaş okuyor gibiydi.

"Merak etme canım, yalnızca on altı tane kaldı. Fakat Horrocks çevirisi, Sömürge Öncesi Salem-Naumkeag Tarihi'ni bulamadım. Hmm... Cornfield çevirisi olur mu?"

Eğer kazanda kaynanacak gelecek deneyin örneği olmak istemiyorduysam, hayır. Kesinlikle olmazdı. DuBauer beni canlı canlı yer, üstüne de tatlı niyetine evimdeki köpeğimi karamalize ederdi.

"Yarın da uğrarım. Hepsinin taşımamın imkanı yok."

"Araştırmacısın ama şuncacık kitabı apartmanına taşıyamıyor musun canım?"

Yerde çoktan çocukların üstünde birkaç kez geçtiği asama bakıp iç çektim. Tek parça halinde bununla eve dönebileceğimden bile emin değildim. "Yarın gelirim."

Kitapları tek omzuma yığıp asamı aldım. Kapıya yönelecektim ki beni izleyen tanıdık slav gözlerle karşılaşınca her şeyi düşürüyordum az daha. Neyse ki yalnızca Küre ve Metafizik ansiklopedisi ayaklarımın dibine düştü. Onun da gözleri önce düşen kitaba sonra da bana döndü. Yüzünde hep o midemi bulandıran sırıtması belirdi.

Yerden kitabı alıp kapağına baktıktan sonra bana vermek yerine koltuğunun altına koydu. Dışarıdaki havaya rağmen yalnızca gözleriyle aynı renk, lacivert renk bir kapüşonlu giymişti.

"Dışarıda kar yağıyor."

"Evet," dedi cebinden benimkine benzeyen bir liste çıkardı. "Moskovo'da buna bahar deriz."

"Burada da hırsızlık." Kolunun altından kitabımı çekip aldım. Öfkem hiçbir zaman mantığımın önüne geçmese de, rekabet duygumla karıştığında kendime hakim olmakta epey zorlanıyordum. Neyse ki hiçbir şeyi devirmemeyi başardım. "Neden buradasın? Profesör DuBauer'a istediği her şeyi benim getireceğimi söyledim."

"Evet. Ama çok uzun sürmüş. Senin ne kadar beceriksiz olduğu aklına geldiği için beni gönderdi. Her ne kadar senin en az bir Kamçatka ayısı kadar güçlü olduğunu ona anlatmaya çalışsam da maalesef ki güçlü, hızlı ve senden daha iyi bir büyücüye ihtiyacı vardı. Şanslıydı ki, ben de yanında ona yardım ediyordum."

"Hızlı? Hmm. Hayatındaki kadınlara üzülmek için başka bir nedenim daha oldu, Pietro Petrov."

Gözlerini kıstı ama gülümsemesi genişlerken bundan çok da alınmışa benzemediğini söylemek mümkündü. Onu görmediğim, ve bu yüzden de fazlasıyla mükemmel geçen, haftanın ardından kirli sakalları daha belirgin hale gelmişlerdi. Kumral saçları ve sakalları beyaz teninde zıtlık oluştururken gözlerinden başka yere bakmasını güç hale getiriyordu. Gerçi insanlar nedense ondan çekinirlerdi. Belki öfkelendiğinde ortaya çıkan sert aksanı, hep insanları yetersiz gördüğünü göstermekten kaçınmadığı alaycı bakışları ve sinir bozucu laf yarışları sıralanabilecek  birkaç maddeydi de. Ama ben onu uzun zamandır tanıyordum. On altı yaşındayken neye benzediğini de biliyordum, şimdi yirmi üçken de.

Literati // Ravenclaw Where stories live. Discover now