Y E D İ

304 40 145
                                    

İşimi bitirdiğim için sevinçle ayağa kalkacakken bir ton kağıt önüme şak diye bırakıldı. Bir cine bir kağıtlara baktım. Cinin boyundan bile daha çok kağıt vardı burada.

"Hepsi benim olamaz. Pietro'yla bölüşmemiz gerekiyordur."

Pietro başını kağıtların arasından kaldırdı adı duyulunca. Kağıtları incelerken yüzü buruşup, kaşlarının arasında derin bir çizgi oluştu. Pietro'nun zaten nadir duygu durum ifadelerinden bir de buydu. Tek bir mimiğin oynamadığı buzdan suratı ifadesi, öfkeli olduğunu belli eden kaş çatışı ve bu iğrenme ifadesi vardı. Ne zaman bununla alay etsem, Rusların fazla güleç insanları derinliksiz ve aptal olarak sınıflandırdıklarını örnek vermek gerekirse benim pişkin çirkin suratımı örnek verebileceğini önerirdi.

Ki daha önce bir kişi bile bana güleç ya da fazla neşeli olduğumu söylememişti. Aksine sakinliğimi sevdiklerini söylemişlerdi. Belki güler yüzlü olduğumu duymuştum. Nezaketten. Kim bilir, bir zamanlar neşeli biri olabilirdim bile. Muhtemelen Pietro'yla tanışana kadardı.

İnsanlar beni sakin olarak nitelendirmesine rağmen, Pietro gibi birinin yanında sirk palyaçosu oluyordum. Onu nitelendirmek için yeterli örnekti.

"Buna yardım etmem," tekrar kendi işine çevirdi gözlerini.

"Yardımını istedim mi? Hatırlamıyorum. Sana kermeste kemer satmaya çalışmıyorum, Petrov. Bu senin de işin. Benim olduğu kadar. Hem," hala beni dinlemiyor olmasına rağmen söylenmeden geçemedim. "Beni ölüme terk eden birinden yardım isteyecek kadar akılsız değilim."

Pietro bıkkınlıkla elindeki defteri masasına attı. "Seni ölüme falan terk etmedim. Grigori Rasputin'in sakalı. En fazla başına gelebilecek şey, zehirlenmeydi. Tek kusmukta geçebilecek bir zehirlenme. Ki seni bırakmadım bile. Sadece o an— o an—" dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı. Soluk pembe rengindeki ağzına kan hücum etmeden önce bembeyaz kesildi. Bakışları sabitti. Okyanusun en derinliklerine ışık tutan yüzeyi, gecenin en karanlıktan hemen önceki anı, en eziyetli büyünün asadan çıkmadan önceki haliyle tüm olabilecek mavinin en korkutucu tonları hep gözlerinin içindeydi. "Sana bunu açıklamak zorunda değilim. Umurumda da değil. İşini doğru yap, yeter. Duygusallık etme."

"Peki. Emredersiniz. Bir daha hayatta kalmak için bu kadar hevesli gözükmem."

Pietro sandalyesinde doğrulup ayağa kalktı. Kaşlarının ortasını sertçe ovarken kendi kendine bir şeyler mırıldandığını da duyabiliyordum.

"Bugün perşembe. Akşam sekizden önce ayrılamazsın." Eğer kafasına esip, bir anda her şeyi bırakacak olursa bugün erken çıkma hakkımı kaybederdim. Onun yüzünden. Ki bu ilk kez de başıma gelmezdi. İşi olmasa bile sırf beni sinirlendirmek ve çalıştırmak için kapıdan çıkıp gelmediği zamanlar oluyordu.

"Biliyorum. Ama en azından beş dakikalığına hava almazsam sonunda ikimizden biri birini boğup öldürecek- ki senin aksine hayatta kalmaya o kadar da hevesli değilim. Ancak aylardır çalıştığım şablonlarımı bitiremeden ölürsem, ruhum bile seni rahat bırakmaz Barnes. Ciddiyim."

Ceketini giyip, asasını pantolonuna sıkıştırıp kapıdan çıktı gitti.

* * *

Pietro geri döndüğünde tarihlerine göre DuBauer'in ayırdığı raflara dosyaları yerleştiriyordum. Pietro önce çok az bir süre için ne yaptığıma bakıp, yerine dönmeye davrandı ama en üst raftaki, geçen seneye ait dosya kafama düşünce tekrar başını kaldırıp baktı.

Ah, sonunda Fay'in kafasına aldığı darbeyle güzelleşen bir gün daha.

Ne düşündüğünü anlamak için zihnini okumama gerek yoktu. Neredeyse bir saatten daha uzun süredir ortalıkta yoktu. Neden en savunmasız anımda ortaya çıkmak zorundaydı? İki işimde de bir büyünün kolaylıkla halledebileceği ama ikisinde de şansımın yaver gitmediği faliyetler yapmaktan öteye gidemiyordum. Noel'i burada geçirmek bir şeydi. Fakat bu gidişle yeni yıl gecesi bile buraya hapsolacaktım. 

Literati // Ravenclaw Where stories live. Discover now