O N D Ö R T

316 28 68
                                    

"Sana inanamıyorum," James gözlerini şaşkınca açıp kurabiye kutusuna baktı. Kokusunu içine derin derin çekerken kolumu tutup oturduğu koltuğun yanına düşmeme neden oldu. "Hepsi benim için mi?"

Başımı sallayınca tutmakta olduğumu kolumu çekince yakınına girdim ve yanağımı öptü. "Kurabiyelerimi sevdiğini biliyordum."

Bir tanesini ağzına atarken önüme bir kutu bıraktı. Bana bir şey vermesini bekliyordum ama önceki yıllardaki gibi el yapımı olduğu oldukça belli ya da paketlenmeye zaman bulunamamış kutulara sıkıştırılmış bir şeyler olduklarından bu... epey... özenle seçildiğine benzeyen bir kutuydu bu.

"Hey, Romeo!" En az on tane küre havada etrafını sarmış bir şekilde onu takip eden, James'in ekip arkadaşlarından biri bağırdı. "Kız arkadaşını işe getir günü olduğunu sanmıyorum."

"Sevgililer Günü'nü tek başına geçirmek zorunda olduğun için huysuzluk ediyorsun."

Gil, söylene söylene etrafında onu takip eden küreleri ile yemek tezgahına gitti. James'i iş yerinde ziyaret etmeye bayılmadığım ortadaydı. Her zaman çok meşgul, onunla konuşması gereken çok insan ve çok listesi olurdu. Üstelik iş yerindeki kadınları çoğu ile iyi ya da kötü- ama hepsinin sonu kötüden de beter- bir ilişkisi olduğunu biliyordum. Bu yüzden benim de çok bayılmayacakları türden bir insan olduğumu düşünüyorlardı muhtemelen.

Gerçi bayılacak bir insan mıydım, şüpheliydim. Özellikle zavallı Bianca'ya söylediklerimden sonra. Pietro'nun zehri bana da bulaşmış, yayılıyordu.

"Kız arkadaşın olmadığımı söylememi ister misin?"

James başını iki yana sallayınca karamel renkli bukleleri de ona eşlil ettiler. "Hediyeni açmayacak mısın?"

Kutuyu elimden gelen tüm güçle, sabırlı davranmaya çalışarak açtım ama elbette çok daha heyecanlıydım. Kadife kumaşlı kutuyu gördüğüm anda bunun bir mücevher olduğunu anladım. Daha önce de birçok kez almıştı ancak hiç bu kadar... göz kamaştırıcı bir kolye görmemiştim. Bu sefer üstüne çok daha fazla düşündüğü belliydi.

"Beğendin mi?"

Kurabiye kabımı alıp yok etmek istedim. Ellerimin arasında kolyeyi tutarken benden alıp boynuma taktı. Küçük F harfi parlarken gülmeden edemedim. Daha önce kendi baş harfini takan biriyle karşılaşmamıştım ama James'in kendi adıyla bir kolye alacağını da sanmıyordum. Onluk bir hediye olmazdı.

"Evet. Elbette. Ama neden bunu aldın? Benim çoktan tazeliğini kaybetmek üzere olan kurabiyelerimin yanında bu kolye..."

"Seninle konuşmak istediğim bir şey vardı sadece."

Tekrar onun yüzüne dönmemi bekledi. Elimle kolyeyi yokladım. Orada olduğunu ve durduğunu bilmeye olan ihtiyacım her saniye büyüyen şaşkınlığımla artıyordu.

"Ne?"

"Merak ediyordum," kurabiyelerden birini alıp ikiye böldü ama yemedi. Uzun uzun inceledi. Yeşil renkli kazağı ve koyu renk kotu ona fazlasıyla uyuyordu. "Uzun süredir aslında."

"Ne?"

"Meşgul olduğunu ve zamanının çoğunu ofiste ya da kitapçıda geçirmek zorunda olduğunu biliyorum. Ben de sürekli ülke dışına çıkıp, kaybolmak zorunda kalıyorum. Ama Fay, seni böyle yorgun görünce— ve karnından yaralandığında özellikle. Sürekli seni düşündüğümü fak ediyorum. Seni merak ediyorum. Nasıl olduğunu, yemek yiyip yemediğini, şu anda tezin için ne ile uğraştığını, BBE'deki haberleri, hayatımda gördüğüm en güzel en büyük iki gözü düşünmeden edemiyorum."

Literati // Ravenclaw Where stories live. Discover now