Ü Ç

336 43 116
                                    

Pietro'nun dönmesini beklerken bar taburesine oturdum. Kaymak birası az daha gözüme sıçrayacak kadar hızla önüme konunca irkildim.

"Üzgünüm," dedi Dominic. Pietro'nun iş arkadaşlarından biriydi. Yine de ona göre çok daha nazikti. Köpeğim Anderson bile Pietro'dan daha nazikti. "Şu sıralar bara uğramıyorsun. Ama James'i görüyorum. Dün gece yine bir kızla beraberdi. Aptal hergele."

"Meşgul oluyorum," dedim kocaman bardaktan bir yudum alırken. Loş ışığa rağmen havada duran sarılı ışıklar ve çoktan sarhoş olmuş büyücülerin kahkahaları içeriyi olduğundan daha sıcak gösteriyorlardı. James'in buraya uğradığını biliyordum. Genelde kızlar arasında popüler olduğunu da. Canımı sıkmaması gerekirdi. Ama elimde olmadan üstümde bir ağırlık bırakıyordu hala. "Üstelik Pietro'yu çalışma saatleri dışında tekrar görmek istediğimi sanmıyorum."

Pietro bana getirdiği anahtarlıkla dönerken beline önlüğünü bağlıyordu. Kazağını kenara atmış, ince beyaz tişörtünü üstüne geçiriyordu.

"Bana bir Topal Ejderha Şarab—"

"Mesaim başlamadı," dedi Pietro beline düğüm atarken. Pietro'yu hep bol ve kat kat giysiler içinde gördüğümden üstünde hiçbir şey olmadan neye benzediğini hayal etmesi güçtü. Şimdi, sadece, kazağını çıkarmış tişörtünü tamamen üstüne giyemeden açıkta kalan ve kemerinin üstündeli 10-12 santim boşluğu görünce irkilmiştim. Pietro'nun vücudu hakkında bir yorum düşünmek istemiyordum. Tüylerimi diken diken edip, midemi kasmıştı.

"James aptalın teki olmalı," dedi Dominic saç örgülerini topladığı at kuyruğunu kaşırken gözlerini dikmişti. "Senin gibi bir kızdan ayrılacağıma eziyet görmeyi tercih ederdim."

Yerimde rahatsızca kıpırdandım. James ile aramızdakinin ne olduğunu ben bile bilmezken diğerlerine ne diyebilirdim ki?

"Biz ayrılmadık, Dominic. James arkadaşım."

"O halde bekarsın? Yani benimle—"

"Of," dedi Pietro anahtarı ortaya atıp yüzünü ekşitirken. "İlk olarak iğrençsin, Dominic. İkinci olarak dolabım koridorun sonunda. Benim işe dönmem gerekiyor. Sen alacağını al. Sonra da anahtarı bana getir."

Kalabalığın arasında tütün ve alkol kokusunu dolduran havasını da aşmaya çalışarak sonunda çalışanların deposuna ulaştım. Üstüne gümüş renklerle yazılı PETROV yazılı dolabı açtım. Her ne parfümü kullanıyorduysa dolabın içine tıktığı hırkasınına da bulaşmıştı. Buram buram ter, mist ve rutubet kokusunun dolduğu dolaptan midem bulana bulana anahtarı aldım. İçinde siyah rengine yakın, sulu boyaya benzeyen yapısıyla bir termos vardı. En köşede tonla kartpostallar vardı. Üstündeki Rusça yazılardan yalnızca annesinden olduklarını anlayabildim.

Bir tanesi dışında.

Bu bir kartpostal değil, daha çok mektup gibiydi. Parşömene dönmüş gibi sararmıştı kağıt. Çok eskiydi. Üstelik Rusça değil, İngilizceydi.

Eleanor adında birindendi. Eleanor Anne Spencer. Üstelik kağıdın sonunda çizilmiş kalpler vardı. Hah. Demek bizim Pietro göründüğü kadar da robot değildi. Hisleri olabiliyordu. Hele ki kız arkadaşı. Nasıl biri olduğunu merak etmeden edemedim. Daha önce ne görmiş, ne de duymuştum bu adı. Tarihe bakınca bundan birkaç sene öncesinden olduğunu gördüm. Yalnızca bunu tuttuğuna göre özel bir nedeni olmalıydı.

Ama elbette okuyamazdım.

Doğru olmazdı.

Pietro gibi biri için bile.

Literati // Ravenclaw Where stories live. Discover now