10- Anlaşma

33.8K 3.6K 2.3K
                                    

Seni kendim için istiyorum.

Kendim için...

Semih, bu cümleyi kuralı ne kadar süre olmuştu bilmiyordum. Tüm vücudum adeta karıncalanmıştı ve kulaklarım çınlıyordu. Dudaklarımı bir şeyler söylemek için aralamışsam da ne söyleyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Yavaşça yutkundum, aklımı başıma toplamam gerekiyordu. Beni etkilemesine izin veremezdim.

Ama o bana böyle bakarken bunu yapmak çok zordu.

"Sen..." Sesim düşündüğümden de kısık çıkmıştı. Boğazımı temizleyip kararlılıkla ona baktım. "Ne dedin?"

Kararlı olsam da sesimin tonu istediğim kadar güçlü çıkmamıştı. Korkuyordum. Neden, nasıl bilmiyordum ancak bir şekilde korkuyordum. Tüm bunlara rağmen beni içten içe titreten şeyin soğuk olduğunu düşünmek istiyordum. Ancak Semih'in gri yeşil gözleri dudaklarıma düştüğünde yalnızca içten titremediğimi anlamıştım. Soğuk rüzgâr tüm acımasızlığıyla eserken aralık dudaklarım da titriyor, dişlerim birbirine çarpıyordu.

Çenemi sıkarak odaklanmaya çalışırken Semih'in gözleri yeniden gözlerime çıkmıştı. Bir rüyadan uyanırmışçasına gözleri hafifçe büyüdü. Az önce bakışlarında gördüğüm ya da gördüğümü zannettiğim her şey teker teker kaybolurken yüzüne alaycı bir ifade yerleşmişti.

Gülmeye başladı. "Ne korktun kızım ya, şaka yapıyorum alt tarafı."

Konuştuktan sonra şiddetlenen gülüşünü dudaklarını birbirine bastırarak engellemeye çalışırken gri gözler eğlence parıltılarıyla dolmuştu. "Şaka mı?" diye soran kendi sesimi duydum.

"Şaka tabii," dedi büyük rahatlıkla. Gözleri usulca kısıldı. "Yoksa ısrarla reddetmenin sebebi bu muydu? Sana tek bir randevuyla inanılmaz hisler hissetmeye başlayacağımı mı düşünüyordun?"

"Böyle düşünmemiştim," dedim. Doğruydu da ama sesimde kendinden emin olmayan bir şeyler vardı. Bunu ne yazık ki Semih de fark etmişti. Hafifçe iç geçirip konuşmaya devam etti.

"Kendince benim iyiliğimi düşünüyorsun demek. Ne tatlısın."

"Reddedilişine başka bir bahane bulmak istiyorsan sen bilirsin," dedim homurdanarak. Yeniden gitmeye yeltendim. Bu kez hem parmakları kolumu sarmış hem de o anda konuşmuştu.

"Irmak," dedi eğlenen sesiyle. Grileri hâlâ az önceki olayın parıltılarını taşıyordu. "Tek randevuyla sana âşık olacağımı düşünüyorsan eğer bu konuda endişelenmene gerek yok."

Kaşlarım hafifçe çatıldı. Bu... Nasıl bir cümleydi böyle? Niye bundan endişe edecektim ki? Ve neden bunu düşünmek bile çok çocukçaymış gibi bakıyordu? Onun kafasında bana karşı hisler beslemesi bu derece imkânsızdı demek.

Kırılan kalbimin sesini duymazdan gelerek kolumu yeniden onun parmaklarından kurtardım. "Öyle bir şey düşünmemiştim zaten. Senin birini seveceğine inanacağımı da nereden çıkardın?"

Belki de kırılan kalbimin sesini o kadar da duymazdan gelememiştim.

Sözlerime hırsla devam ettim. "O halde bu ısrarının nedeni ne? Diyelim ki kabul ettim, senin ne kazancın olacak bundan?"

"Senin güvende olduğundan ve zarar görmediğinden emin olacağım."

"Bu bana pek de kazançmış gibi gelmedi," diye mırıldandığımda bana gücenmiş gibi bakmıştı. "Sandığın kadar kalpsiz değilim."

Hafifçe gülüp başımı yana çevirirken fısıltıyla konuştum. "Öyle mi?"

"Ayrıca, buna bu kadar şaşırmaman gerek. Ne de olsa ailemden sayılırsın."

14 ŞUBAT SENDROMUWhere stories live. Discover now