43- Alık ve Âşık

29.5K 3.2K 1.3K
                                    

Semih

Banyonun ortasına kurulmuş sandalyede oturmuş, Irmak'ın banyo dolabından tıraş malzemelerimi almasını izliyordum. Tüm malzemeleri tek eline sığdırmış olmasına hayranlıkla bakarken Irmak, tıraş losyonumun kapağını açıp kokusunu içine çekti.

"Off, çok güzel kokuyor."

Böyle kokulara ne denli zaafı olduğunu bilerek sırıttım. Yengem, Irmak'ın babası her tıraş olduğunda kızının nasıl da koştura koştura babasının üstüne atladığını anlatmıştı. Aynısını bana da yapmasını umarak "Tenimde daha güzel kokuyor," dedim.

Başını bana çevirip gri mavi gözleriyle yüzüme baktı. Tek kaşını kaldırırken "Öyle mi?" diye sordu. "Sen nereden biliyorsun teninde daha güzel koktuğunu?"

Sesinin neden böyle çıktığını anlamayarak kaşlarımı hafifçe çattım. Benim gözden kaçırdığım bir şey mi olmuştu?

"Nasıl?"

"Kendi yanağını koklayamayacağına göre biri sana bunu söylemiş olmalı. Losyonun teninde daha güzel koktuğunu yani." Tıraş losyonumu sertçe banyo dolabına bıraktığında gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı.

"Kim o motor?" diye sordu, sahte bir kızgınlıkla.

Kaşlarım daha çok çatıldı. "Saçmalama Irmak, beni neyle suçladığının farkında mısın?" diye sordum, büyük bir ciddiyetle. "Ben bebeğimden başka motor bilmem."

Ağzı açık kaldı. Kendi kendine sinirle güldükten sonra kafasını iki yana sallayarak söylenmişti. "Hayret bir şey ya, adama bak. Bebeğimin üstüne gül koklamam diyor resmen."

"Ne oldu, bebeğim? Sinir edeyim derken sinir olmak hoşuna gitmedi mi?"

"Sinir etmeye çalışmıyordum," dedi huysuz huysuz. "Ayrıca bana bebeğim deme. Asıl bebeğinin üstüne gül kokluyorsun."

"Bu cümlede yanlış olan iki şey var," dedim. Gri mavileri merakla bana döndü. "Birincisi, benim asıl bebeğim sensin. İkincisi ise sana bebeğim diyerek diğer bebeğimin üstüne gül koklamış olmuyorum. Daha çok tatlı, minik bir kaktüs..."

"Bana dikenli muamelesi mi yapıyorsun sen?"

Söylediğim tüm şeyler içinden buna takılması beni şaşırtmadı. Aksine, eğlenmiştim. Gülümseyerek yüzüne baktım. "Değil misin?"

Kollarını göğsünde birleştirdi. "Güllerin de dikenleri vardır."

"Evet ama sen daha dikenlisin." Kaşları çatıldı. Kalkıp ciddiyetinden ısırasım geldi. "Zaten bu, en sevdiğim yanlarından biri."

"Dikenli olmam mı?"

"Evet," dedim. Bana uzaylıymışım gibi baktı. Konuşmaya devam ettim. "Bana sataşman, laflar sayman... Off, bayılıyorum sana bunları yaptığın zaman."

Dudaklarında ufak bir tebessüm oluşur gibiydi. Kafasını iki yana sallayıp gülüşünü dağıtmaya çalıştı. "Hayır, bana kaktüs dedin. Yumuşamayacağım şu an."

"Süper," dediğimde dik dik baktı. Başımı sağa doğru eğdim. Kötü bakışlarını daha fazla tutamadı gözlerinde. Saniyeler içinde yumuşadı.

Onunla uğraşmaya devam etmek için ağzımı açtığım anda eline jileti alarak bana yaklaşmıştı. Akıllılık edip dudaklarımı birbirine bastırdım ve sustum. Adımlarını tam önümde durdurdu. Parmaklarını çenemin altına yerleştirip yüzümü bir sağa, bir sola çevirdi.

"Hayırdır, güzelim? Her yerimde kesik açmadan önce yüzümle vedalaşıyor musun yoksa?"

Tek eliyle yanaklarımı sıkıştırdığında dudaklarım, balık pozisyonuna gelmişti. "Bana olan güvenin ne hoş," dedikten sonra elindeki jileti çevirdi. Onun bu havalı hareketleri kalbimi yerinden hoplattığında Irmak, gülümseyerek beni iyice dağıttı. "Ama madem seni keseceğimi düşünüyorsun, niye bana izin veriyorsun?"

14 ŞUBAT SENDROMUWhere stories live. Discover now