47- Heyecan

26.6K 2.7K 1K
                                    

Oturduğum sandalyede kıpırdanıp rahat bir pozisyon bulmaya çalışırken bir bacağımı altıma alıp arkama yaslandım ve elimdeki kalemi çevirip notlarımı okumaya devam ettim. Dikkatimi bir türlü toparlayıp da ders çalışamıyordum. Böylesine bir isteksizliğin ben sınav haftasındayken gelmiş olması da büyük aksilikti.

Üstümde bir yorgunluk vardı. Sene yoğun geçmişti ve artık son dönemeçteydim. Şimdi pes edemez, kendimi bırakamazdım. Biraz daha zorlamam gerekiyordu. Sadece biraz daha...

Ama çok yorulmuştum.

Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirirken telefonuma doğru baktım. Ekranda Semih'i gördüğümde ister istemez gülümsemiştim. Şu anda görüntülü konuşuyorduk. Daha doğrusu konuşmuyorduk. Dikkatimin dağınık olduğunu söylediğimde beni görüntülü aramış, ben ders çalışırken gardiyanlığımı yapmayı teklif etmişti. Normalde onun yerinde Gamze olurdu ama Gamze de şu anda Cihan'la ders çalışıyordu.

Semih'le birbirimizi görüntülü konuşmalar dışında göremediğimiz içinse bu teklife balıklama atlamıştım. Evinde yaşadığımız tartışmanın ardından birkaç saat iletişim kurmamıştık. Korkularımı sindirdiğimde ise ikimiz de anlaşmış gibi, son konuştuğumuz konudan hiç bahsetmeyerek konuşmaya devam etmiştik. Büyük bir fikir ayrılığı yaşamıştık, bundan bahsetmiyor oluşumuz bunu çözdüğümüz anlamına gelmiyordu. Ama belki de bu duruma çözülecek bir problem olarak bakmam hataydı.

Her ne kadar Semih, benim hayatımın büyük bir parçası olsa da sonuçta kendi hayatı vardı. Kendini düşünmeyen biri değildi. Haklı olduğu konular vardı. Daha önce hiç böylesine bir kaza yapmamıştı, bu kaza ayrıydı. Yine de korkuyordum. Halamın dediği gibi, Semih'in bir süre sonra kendi kendine bu yarış işlerinden vazgeçmesini umuyordum. Bu düşüncelerimden ona bahsetmiyordum tabii. Aslında bir yanım konuyu açıp konuşmak istiyordu ama normal konularda konuşmak için bile vakti zor buluyorduk.

Üniversite sınavı gittikçe yaklaşıyordu. Üstüne bir de okul sınavları geldiğinde en büyük enerji kaynağımı dahi göremez olmuştum. Ona sarılmayı, kokusunu içime çekmeyi çok özlemiştim ama dört duvara sıkışmış gibiydim. Okuldan eve, evden okula şeklinde geçiyordu son bir haftam. Semih de bu arada evde kalıp dinleniyor, son hızla iyileşiyordu.

"Önüne bak."

Düşüncelere dalmışken ekrandan gelen uyarıcı ses tonuyla irkildim. Ona baktığımı nereden anlamıştı?

Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim ve yeniden, önümdeki notlara odaklandım. 10 dakika boyunca notlarımla cebelleştim, bu esnada birkaç kez de oturma pozisyonumu değiştirmeyi unutmadım. En sonunda ayaklarımı oturduğum sandalyenin ucuna yaslayıp dizlerimi kendime çekerken çenemi de dizlerimin üzerine yaslamıştım.

Ağırlaşmış göz kapaklarım, kapanacak gibi olduğunda gözlerimi kocaman açıp uykulu halimden sıyrılmaya çalıştım. Yanağımı dizime yasladığımda bunun şu anda yapılacak en yanlış şey olduğunu düşünmek dahi uykulu halimden çıkmama yardımcı olmamıştı. Gözlerim kapandı.

Birkaç saniye sonra, Semih'in bana seslendiğini duydum. "Irmak?"

Kafamı dizlerimden kaldırıp telefonuma doğru baktığımda, Semih'in telefonu koyduğu yerden aldığını görmüştüm. "Uykun mu geldi?" diye sordu.

"Gözlerim yoruldu," dedim mırıldanarak. Yanağımı tekrardan dizlerime yasladım. Ekrana baktığımda Semih'in başka bir şeye odaklandığını gördüm. Kaşlarım çatıldı. "Ne yapıyorsun?"

"Hmm?" Gözleri, gözlerime döndü. "Ekran görüntüsü alıyordum."

Hafifçe gülümsedim, tekrardan ekran görüntüsü aldığını hissediyordum. İç geçirip "Keşke bu konuşmanın ekran kaydını alsaydım," dedi.

14 ŞUBAT SENDROMUWhere stories live. Discover now