27- Bu Saçmalığa Son Verelim

28.8K 3.3K 2K
                                    

Yalın - Her Şey Sensin

Semih

Aldığım kısıtlı soluklarda burnuma dolan kokusu, dünyanın en güzel kokusuydu.

Ağırlaşmış göz kapaklarım açılabilse göreceğimi bildiğim görüntüyü düşünmek dahi bana huzur veriyordu. Göğsüme dağılan kahverengi saçları çenemi gıdıklıyor, boynuma sürtünen burnu zaten kısıtlı olan nefeslerimi iyice kesiyordu. Kollarımı sıkıca etrafına sarıp onu üstüme doğru çektim.

Aynı yataktaydık. Beraber uyuyorduk. Irmak benimleydi ve geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktu. Kafam bulanıktı çünkü kendimi çok yorgun hissediyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide sıkışıp kalmıştım. Ne tam olarak uyuyabiliyor ne de ayılabiliyordum. Irmak neden kollarımın arasındaydı?

Cevabı bir süre düşündüm, bulamadım. Bir şeyler kaçırmış olmalıydım. Yorgun zihnimle düşünemediğim bir şeyler olmalıydı.

Evli miydik?

Öyle olmalıydık. Yoksa kollarımın arasında işi neydi?

Başının ağırlığının göğsümden kalktığını hissettiğimde homurdandım. Kaşlarım çatılırken soğuk elleri yanaklarıma ve alnıma dokunmuştu. Kendi kendine sıkıntıyla bir şeyler mırıldandığında birbirine yapışmış kirpiklerim yüzünden gözlerimi zorlukla, az da olsa araladım.

"Semih?" Meleksi sesi kulaklarıma dolduğunda dudaklarım yukarıya kıvrılmıştı. Onun sesini duymayı seviyordum ama birinin daha sesini duymak istiyordum.

"Nerede?" diye sorduğumda konuşmak bana acı vermişti. Ağırca yutkundum, bu daha da acıydı.

"Ne nerede?" Beni yeniden konuşmaya mecbur bıraktığı için cevap vermeden önce gücümü toparladım.

"Çocuk..." Bizim çocuğumuz. Beraber uyuyorsak evli olmalıydık. Ve evliysek de mutlaka bir çocuğumuz olmuş olmalıydı. Neden bu dünya üzerinde en çok seveceğim insanı hiç hatırlamıyordum? Bunu da bilmiyordum ama mutlaka çocuğumuz olmuş olmalıydı.

"Ne çocuğu?" Kafası karışmış görünüyordu. "Cihan'ı mı soruyorsun?"

"Hayır..." diye fısıldadım. Gücüm tükenmişti. Gözlerim yeniden kapandığında bu kez beni bir rüya karşılamıştı.

"Oğlum, neden dikkat etmiyorsun kendine?" Bembeyaz yüzündeki kaşları çatılırken azarlayan tonu içimi telafisi imkânsız bir özlemle doldurmuştu. O ölmüştü. Onun öldüğünü biliyordum. Biraz uzağımda dikiliyor, beni azarlıyordu ama ben onu hiç tanımamıştım ki.

"Anne..."

"Niye yapıyorsun bunu?" diye sordu tekrardan. Başım önüme eğildi. Kavgayı öğrenmiş olmalıydı ama benim bir suçum yoktu. Uzatıp onunla olan zamanımdan çalmak istemedim. "Özür dilerim," diye geçiştirdim.

Tekrardan yüzüne baktığımda ona sıkıca sarılmak istemiştim. Anneme hiç sarılmamıştım. Nasıl bir şeydi?

Ona doğru bir adım attığımda arkasını döndü. "Hayır," dedim kafamı iki yana sallayarak. Elimi öne uzattım. "Gitme. Lütfen..."

"Hastalandığında yanında olamamak beni çok üzüyor, Semih. Lütfen beni üzme artık. Kendine çok iyi bak, oğlum."

"Anne, ne olur gitme." Ona doğru adımlar atıyor olsam da hareketlerim çok yavaş gibiydi. Ben ona uzanamadan o çok uzaklara gidiyor, gözden kayboluyordu. "Anne?"

"Semih?"

Gözlerim kapanırken o meleksi sesi bir kez daha duydum.

"Semih?"

14 ŞUBAT SENDROMUWhere stories live. Discover now