3. Bölüm "Kıyamette ilk çan"

494 125 550
                                    

Merhaba can okurlarım. Yeni bölüm sizlerle, okumanız ve keyif almanız dileği ile...

Ve yeni bir başlangıç olduğundan yorum, düşünceler konusunda çok meraklıyım. Lütfen satır aralarında kendinizi belli ederek anlamamda yardımcı olun. Sevgiler...

........

"Hayatta zaman diye bir kavram var. Doğru veya yanlış... Sadece o ânı bekleyen kocaman bir sayaç..."

"Oturabilir miyiz hanım kızım?"

Bir süre dikildiğim mağazanın karşı kaldırımında ellerim ceplerimde beklemiştim; titreye titreye, burnum kızarana kadar... Ne var ki adım atmaya, oradan uzaklaşmak için arkamı dönmeye mecalim yokmuşçasına taş kesilmiştim.

Sahi, o sokağa girmeyeli ne kadar olmuştu? Yedi yıl? Sekiz yıl? Görmezden gelmek, unutmuş gibi yapmak onun orada, bizim evin bir üst sokağında olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bu, altında kaldığın göçüğün neresinde olduğunu bilmediğin, dahası kimsenin seni kurtarmaya gelememesi gibiydi.

Belki de molozlardan kurtulmak ve onlardan yeni bir şeyler inşa etmek benim payıma düşen kısmıydı.

Oradan ayrılıp, yarım saat kadar yürüdükten sonra sahil yoluna konumlandırılmış banklardan birine geçip oturmamın üzerinden on dakika geçmemişti ki duyduğum sesle başımı kaldırdım. Ve tam da denizin dalgalarına karışıp dibe çekilen duygularım için yüzlerce betimlemeyi zihnimde süzerken biz diye bahseden amcanın tek başına olmasında kaldım.

"Tabii buyurun."

"Sağ ol yavrum," diyerek gülümsemesi bittabi normal sayılabilirdi ama eliyle benim sağımı gösterip aynı tebessümde bulunması... Neyse diyerek aynı karşılığı verdikten sonra tekrar manzarama dönüp buradan bakılınca bir yerden sonra birmiş gibi duran mavi denizin ve mavi göğün kesişim yerinde olduğumu hayal ettim.

Ne muazzam olurdu oralarda bir yerde hiç olsaydım. Sadece hiçbir şey olamasaydım.

"Hava da ne kadar güzel değil mi? Dışarı çıkmakla pek doğru etmişiz."

Tam da o esnada burnuma pıt pıt düşen yağmur damlalarını ve tüylerimi ürperten rüzgarı saymazsak fena sayılmazdı tabii. "Ama neden hayatım? Hâlâ küs müsün bana?" Şaşkınlıkla yanıma döndüm ama bey amcanın bana değil de arkama bakarak konuştuğunu görmemle kelimelerimi yuttum. Onun baktığı, daha önemlisi bakarak konuştuğu yere dönüp de kimseyi görmeyince ne düşüneceğimi bilemedim.

"Benimle konuşmadığınızı varsayarsam size cevap vermememi de saygısızlık olarak algılamazsınız değil mi?" Kurduğum cümlenin, nereden bakılırsa bakılsın bir saçmalığı yoktu. Fakat baktığımız yerden bir şey göremeyince sorun büyüktü.

"Elbette hayır, karımla konuşuyordum," diyerek tatlılıkla gülümsemesi asla omuzlarımı gevşeten bir eylem olmadı. Yüzümdeki soru işaretlerini fark etmiş olacak ki devam etti. "Deli değilim ben, yanında oturuyor." Kanım çekilirken tebessüm eden bendim ama estağfurullah demek de gelmedi içimden, ne yalan söyleyeyim.

"Dokunma kıza!" Ensem ürperirken aynı hızla soluma döndüm. "Yaşı bizim çocuklardan ufak yahu, ondan da kıskanma artık!"

"Çocuk?"

"Tabii, bizim yedi tane de çocuğumuz var." Derin bir soru ve sorunun ortasına düşmüşüm gibi hissetmem ama ortada cevaplayacak kimsenin olmadığına inanmam beni ne kadar enteresan kılardı acaba? Ya da amca beyin hastalık durumunu? Veya bu olanların hangi kısmını hayra yoracağım gibi... "Selam ver diyeceğim de anlamayacaktır ama istersen senin yerine ben söyleyebilirim?"

AYNADAKİ SARKAÇ (+18)Where stories live. Discover now