19. Bölüm "Ölüme beş kala."

143 37 148
                                    

"Belki de tam önümüze düşen gölgeyi yanlış yönde arıyorduk."



Olmak ya da olmamak değildi mesele. Tüm mesele oluru görebilmek, göremiyorsan vazgeçebilmekti; dayatmalara direnebilmek, kararlarının arkasında durabilmekti. İşe nereden başladığın da önemli değil; hatta sıralı bir düzende gitmek bile gerekmiyor. Yapman gerek en birincil şart sınırlarını koruyabilmekti.

Ve bunca sayılan eşittir: Akşam nerede yatıp sabah nerede kalktığını bilmek ölümcül derecede en önemlisidir!

"Dalga mı geçiyorsun yoksa hayatını mı önemsemiyorsun? Gelemez de ne demek?!"

Metaforlar, allı ballı sözler derken gelelim bu âna! Şayet ölmez de sağ kalırsam sabah gözümü açtığım "koynun" sahibinin, yani asıl meselemin üzerinde itinayla duracak, aynı hassasiyetle de icabına bakacaktım.

"Söylenenlerin tekrar edilmesinden hoşlanıyorsun sanırım?"

"Hoşuma giden asıl şey ne biliyor musun?" Yüzüme doğru eğilip kabaca bir tutuşla çenemi kavradı ve gevrek gevrek gülerek dudaklarıma baktı. "Şu dik başlı duruşun ve korkusuz bakan gözlerin. Cesaretin pek güzel ama cesareti ve cüreti sadece yatakta severim. Daha sonra yatağımı süslemek istersen bunun için seve seve izin veririm sana ama burası yeri değil ateşli parça." Tiksintiyle yüzümü buruşturdum. Benimle aynı hizada duran adamın gözbebekleri saydam, sakalı ve saçları sarımsıydı. Berbat kokan ağzı da eklenince kastedileni düşünmeye katlanmak mümkün olmadı.

Adamlarına döndü ve "Açmıyor mu hâlâ?" diyerek onuncu kez Faris'i sordu ama onlardan bir kez daha olumsuz yanıt alınca "Bir daha arayın! Açana kadar arayın!" dediğinde oldukça sinirliydi.

"Şimdiye elimizde olduğun haberi çoktan ulaşmıştır kulağına, sevgilin değil mi bu adam? Sana düşkünlüğünü bilmeyen yok, gebereceğini bilse de gelir. Niye açmıyor öyleyse? Niye?!" İnsanın beyinsiziyle uğraşmak gerçekten zor iş. İnsana benzeyeniyle uğraşmak ise mümkün değil.

"Ayrıldık. Burada değil! Bunları anlamak o kadar da zor olmasa gerek diyorum ama?"

Geçen gece Faris'in İran'a gittiğini söyleyen Hami'ydi. Nedenini sormadım ama tahmin etmek zor değil. Geçmişiyle ilgiliydi muhtemelen. O hep eksik, buruk bakan bakışlarının ardındaki geçmiş... Son görüşmemizde annesine ne olduğunu malum olarak, hatta bizatihi kendisine benzetilmemle anlamıştım ama babası hakkında hiçbir bilgim yoktu; ona ne oldu, nerede, ne durumda, sağ mı, ölü mü bilemiyorum.

"Nerede? Nereye gitti? Maçı yok, tüm programından haberdarım." Afakanlarıma fenalıklar hücum ediyor, imdat!

"Nereden bilebilirim? Adamı yurt dışına çıktı, burada değil dedi ben de ayrıldık diye..." Ayrıldık kelimesini bastırarak "Nereye gittiğini sormadım, ayrı olduğumuz için nerede olduğuyla da ilgilenmedim!" dedim küfreder gibi.

"Adamı da mı açmıyor?" Kapıya yakın duran uzun boylu, sarışın adamından tekrar tekrar olumsuz cevap alınca sinir bozukluğuyla güldü. "Yani seni şimdi, şurada öldürsem bir Allah'ın kulu yetişmeyecek, hatta belki de fark etmeyecek öyle mi?" Omuzlarımı umursamazlık ve ben size söylemiştim edasıyla kaldırıp indirdim.

Ağırdı. Umursamazlığı takınmakta bir meziyet olmuştu bende ama sözlerinin içime oturacak derecede ağır olması inkar edilemez bir gerçekti. Haklı olması ise başka türlü bir gerçek ve canımı daha çok yakan da buydu: Kimsem yoktu. Her şeye rağmen en azından gölgesi yanıma düşüyor dediğim bir-iki insan bile bugün beni bu konumda hissettirmişti.

AYNADAKİ SARKAÇ (+18)Where stories live. Discover now