8. Bölüm "Terazinin hakkı"

195 57 188
                                    

"Yük olan tüyse de kim bilebilir ki sendeki ağırlığını."


Soluğumu tutmuş değildim ama karşımda öylece durup gözlerimin içine bakan yeşillerin ve kulağımın dibinde tıslayan farklı iki adamdan sebep iyi olduğum da söylenemezdi. Gerginlik, bocalama ve nispeten alakasız birçok düşünceyi beynimde dolaştırıp duruyorum.

Kim ne kadar yorgun veya kim ne kadar öfkeli bunu umursayacak değilim. Ben, beni bilirim. Kendimde kalanı bilirim...

Son bir bakışla gözlerimi en ufak eylem belirtisi göstermeyen bir çift renkli ama koyu hareden aldım. Tabii öncesinde dudağımdan silik bir gülümseme sundum ona. Fark ettiğini biliyordum; ben de özellikle yapmıştım zaten. Anlam veremeyen, bir şeyleri çözmeye çalışıyormuş ya da çözemiyormuş gibi duran sıkıntılı yüzünü görmek hoşuma gidiyordu. Dahası bunun da farkındaydı ve bu onu daha da sinirlendiriyordu.

"Sen hayırdır Faris?" dedim yanımdaki adama döner dönmez. Dışarıdan bakılınca sırnaşıyormuşum gibi duran tek adımım aslında üzerine yürümeydi.

"Ne demeye getiriyorsun diye sormayacağım; çünkü bunu umursadığım yok!" Şimdi sesim de en az bakışlarım kadar sertleşmişti. "Kelime oyunlarına gelemem ama! Varsa bildiğin..." Burnuna değecek kadar yaklaşınca dudaklarına çarpan nefesimle adem elması sert bir darbe almışçasına sarsıldı. "Ya da senin deyiminle benim bildiğimi tahmin ettiğin bir halt... Söylersin ve konuyu bir güzel, beraberce masaya yatırırız. Aksi halde saçma sapan sorgularına da katlanabileceğimi sanmıyorum."

Bakışlarında en ufak bir hareketlilik olmayınca bıkkınlıkla nefesimi bırakıp hafifçe tebessüm ederek ondan uzaklaştım ama henüz arkamı dönmüşken kolumdan yakalayıp tekrar kendine çekti. Gözlerinin siyahları siyahlarıma bulaşınca özünde biriken renk topluluğu oluştu.

"Haklı olabilirsin. Benim aklımdakileri çözmeye çalışırsak belki biraz da olsa beni ciddiye alırsın, ha Erçin?"

"Faris. Sen gerçekten iyi değilsin!" Bu kez bir şey söylemesine izin vermeden onu arkamda bırakıp demin girdiğim ve hâlâ Artun'un önünde durduğu kapıya doğru yürüdüm.

Gözleri bir deli fırtına olmuş, manasızca etrafı talan ediyordu. Ne var ki çıkan felaketten onun da haberi yok gibiydi. Karanlık ama boş bakıyor. Öyle ki orada ufacık bir noktanın izi bile yok.

Mete'nin dediği gibi hiçbir şeyi hatırlamıyorsa ne diye bu kadar öfkeli bakıyordu bana?

Yanına ulaştığımda durdum. Bu alakasız durağım onu şaşırtmışa benzemiyordu. Hâlâ öylece bakıyor, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Gerçekten bu ifadesi beni keyiflendiriyordu. Bunu tüm zerrelerimde hissedince dudağımın bir köşesini kıvırdım.

"Merhaba," diyerek bir süre daha yüzünde oyalandıktan sonra cümlemi devam ettirmek üzere yanındaki adama döndüm. "Nasılsın Mete? Gerçi bu soru dünki görüşmemizde söylediklerimden sonra kendimle çelişmek gibi olacağından sözlerimi geri aldım sayalım; çünkü sen de hâlâ aynı duruyorsun." Dudağının iç tarafını ısırıp Artun'a belli belirsiz bir bakış atmasıyla gözlerim kısıldı.

"Dün?" Meraklı, sorgular sesin sahibine yöneldim. Odağı ben olsam da soru Mete'yeydi. Onun da gözleri kısılmış ve ispatlayamayacak olsam da sinirlendiğine kalıbımı basabilirim. Bir şeyler vardı... Yolunda gitmeyen, yerine oturmayan bazı şeyler vardı. Fakat şu an kurcalama isteğim bir yana merak dahi etmiyorum.

"Dışarıda denk geldik," diye konuyu şimdilik sonlandırırken Mete'yi kurtarmak niyetinde değildim. Onunla ilgili doğru zamanı beklemekti bu. O yüzden bu hissin beni yoklamasına duyarsız kaldım.

AYNADAKİ SARKAÇ (+18)Where stories live. Discover now