8

132 24 24
                                    

Uykumun en tatlı yerinde duyduğum ses ile irkilerek gözlerimi aralamış ve aynı çadırı paylaştığım gence bakmak üzere arkamı dönerek boş tulumuyla bakışmıştım. Bir kaç saniye sürmüştü ayılmam. O bir kaç saniyenin ardından ise açık bırakılmış olan çadırın içinden fırlayarak karların arasında koşturarak bizden uzaklaşan bedene doğru koşturmaya başlamıştım. Onun hatasını yakaladığım her anda kalbimin, haksız olduğumu yüzüme çarpmaya çalışan beynim yüzünden öfkeyle dolup taştığını hissederken yavaşlamaya başlayan gencin dibine kadar girerek yakalamak için ona uzandığım anda dengemi yitirmiş ve onuda kendimle beraber yere sererek altımda bırakmıştım.

Ben nefes nefes kalmış bir şekilde yerimden doğrulmaya çalışırken ise o beni sertçe yana itmiş ve yalpalaya yalpalaya yerinden kalkmaya çalışarak benden uzaklaşmayı denemişti. Denemişti diyorum çünkü onu ayak bileğinden yakalayarak sertçe çekmiş ve dengesini yitirerek tekrardan yere serilmesine sebebiyet verimiştim.

" Nefes... nefes almama izin ver..."

Serildiği yerden kalkmaya çalışan gencin soluk soluğa mırıldandığı şey üzerine ona dikkat kesildiğimde nefes alamadığını ve yine bir çok defa şahit olduğum o krizlerinden birine girdiğini farketmiştim. O an beynim susmuş ve insafsız haykırışlarına bir son vermişti.

" İyi-"

" Ka-Kaçmıyordum...korktum-korktum sadece ama kaçmıyordum."

" Tamam...sakinleş. Neyden korktuğunu söyle bana. Düzgünce nefes alıp vererek..."

Yorgunca kalçasının üstüne oturan gencin yanına dizlerimin üstünde emekleyerek yanaşmış ve nefes almasını kolaylaştırmak adına göğsüne yapışmış olan ellerini bedeninden uzaklaştırarak usulca kavradığım çenesini kaldırıp gözlerimin içine bakmasına sebebiyet vermiştim. Gözlerime baktığı anda derin bir iç çekmiş, çektiği iç ile iyice ona odaklanmama neden olmuştu.

" A-Annem...annem beni öldürmeye gelmişti. Kan kokan elleriyle boğazımı sıkıyordu. Size-size seslendim ama beni duymadınız."

" Sadece kabustu. Kimse seni benim yanımdayken öldürmeye cesaret edemez."

Ne diyordum ben böyle?

Belki gün gelecek ve karşımdaki genci öldürmek zorunda kalacaktım. Belkide onu ölüme götürüyordum.  Doğruyu söylemek gerekirse ben onun ölümüydüm. Yinede ona tutamayacağım sözler vermekten geri kalmıyordum. En kötüsüde neydi biliyor musunuz? Yaşlı gözlerindeki inanç pırıltıları... bana inanıyor, belkide inanmak istiyordu. En kötüsü buydu işte...

" Söz verin."

" Ne?"

" Beni ölüme terketmeyeceğinize, annemin adamlarının eline veya başka birinin acımasızlığı ile baş başa bırakmayacağınıza söz verin."

" Ben senin dostun değilim çocuk. Ben...ben seni ölüme götürüyorum."

Gözlerime dikilen yaşlı gözlerdeki çaresizliği görebiliyordum. Görebiliyor fakat çare olamıyordum. Fakat o çareyi bende arıyordu. O kadar çaresizdi ki yaşamayı seçemiyordu bile. Ölümlerinin arasından ölüm beğeniyordu kendine. En acısız olanını istiyordu en çok canını yakacak olan adamdan.

Titreyen soğuk elleri yüzünü kavradığım ellerime sarılmış ve yalvarırcasına bakmıştı gözlerime.

" Beni siz öldürün." Demişti sessizce. Dökülen göz yaşlarını yakalamak istemiş fakat tutmuştum kendimi. İçim parçalanıyordu. Masum bir çocuğu öldürmek istemiyordum fakat bu işin sonunda olacakları o da bende çok iyi biliyorduk.

Betrayer Where stories live. Discover now