10

115 25 48
                                    

" Yoruldun mu hyung?"

" Hayır."

" İstersen ben taşıyabilirim."

Namjoon önüne geçerek çelimsiz kollarını ona doğru uzatan gence göz devirmiş, kucağındaki genci hafifçe yerinde zıplatıp daha sıkı sarmış ve  onu masum masum izleyen Taehyung'un yanından geçip gitmişti. Göz ucuyla onları izlesemde etrafta duyduğum çıtırtıların arttığını farkederek odağımı onlardan kopararak etrafa çevirmiştim. Bir terslik var gibiydi. Bir terslik vardı ve akılsız askerlerim umursuzca konuşmaya devam ederek dikkatimi dağıtıyorlar belkide bizi daha da tehlikeye sokuyorlardı.

" O dal gibi kollarla sen kendi sikini bile kaldıramazsın velet."

" Pislik pislik konuşma benimle!"

Namjoon aldığı karşılık ile gülmeden edemezken bakışları kucağındaki gence kaymış, onu izleyen boncuk gözlerin hedefi olduğunu farkettiğinde ise yüzündeki sırıtışı büyütmüştü. Onlara odaklanıvermiştim bende tekrardan. Kendi kendime kuruntu yaptığımı düşünmüş ve bir anda kesilen seslerin vermiş olduğu rahatlama ile sıkıca kavradığım tüfeğindeki ellerimi birazda olsa gevşetmiştim.

" Neye bakıyordun çocuk?" Demişti Namjoon. Jimin, şahsına olan soru ile anlamamış gibi gözlerini kırpıştırırken daha da masum gelmişti gözüme. Küçük bir çocuğu andırıyordu bakışları, tavırları ve masumiyeti.

" Gülümsemenize...gülümsemenize bakıyordum."

Namjoon aldığı cevap ile afallarken yüzündeki gülümseme usul usul silinmiş, yerini sert bir ifadeye bırakmıştı. Onu izleyen gencin utanarak bakışlarını başka bir yere çevirmesini beklemişti belkide fakat kucağındaki masum genç canını yakmak istercesine bakıyordu gözlerine. Namjoon'un aklına kazımak istercesine kırpıştırıyordu gözlerini. Kimin utanması gerektiğini söyler gibiydi bu delici bakışları. Ve elbette bu bakışlar Namjoon'un hiç hoşuna gitmemişti.

" Önüne dön."

Jimin aldığı komut ile hızlıca önüne döndüğünde duyduğum çıtırtı ile olduğum yerde durarak etrafıma dikkat kesilmiştim. Bu seferki ses çok yakından gelmişti. Çok yakından ve farklı yerlerden...tek değildik. Birileri bizi takip ediyordu.

" Ne oldu komutanım?"

" Sessiz olun...Jimin'i yere indir Namjoon."

Verdiğim sessiz komutlar ile herkes tüfeklerine sarılarak gözlerini dört açmış bir hale bürünürken Namjoon kucağındaki genci bir anda karların üstüne fırlatarak bu ani hareketinden korkan çocuğun çığlık atmasına sebebiyet vermişti. Yaptığı harekete bende dahil herkes şaşıp kalırken ona mı yoksa etrafıma mı odağımı versem bilememiş fakat öfkelendiğimide hissederek sert bakışlarımı askerime çevirmeden edememiştim.

" Ne bok yiyorsun sen?"

" Dediğinizi yaptım komutanım."

" Her dediğimi eksiksiz yapıyorsun madem belindeki silahı al da götüne sok o halde asker!"

Namjoon belindeki silahı öfke dolu haykırışımdan sonra belinden çıkardığında Yoongi'den sessiz bir kıkırtı yükselmiş fakat silahın yöneltildiği yeri farkettiği anda yutmak zorunda kalkmıştı o kıkırtılarını. Namjoon korkuyla ona bakan gence doğrultuyordu silahını. Keskin bakışları bendeydi her zamanki gibi. Bu oyun ona göre burada bitmeliydi anlayacağınız.

" Götünün yerini şaşırdın galiba Namjoon."

Namjoon, Yoongi'nin sakince söylediği şeyin ardından silahını ona doğrultuşunu hayretle izlerken öldürmek üzere olduğu gencin ondan arkadaşlarını da çaldığını farkederek daha da öfkelenmişti. Jimin ondan arkadaşlarını, vatanını ve onurunu çalmıştı ona göre. Bu yüzden hakettiği şey kucakta taşınmak değil alnının ortasını delip geçecek bir kurşundu.

" İndirin silahlarınızı." Demiştim tekrardan. Tehlikedeydik ve onların bu çocukça kavgalarını çekemezdim.

" İndir silahını!" Diye üstelemişti Yoongi. Ve bir el silah sesi yankılanmıştı kuş uçmayan sessiz ormanda.

Jimin elleriyle kafasını kapatırken tam yanına saplanan kurşun ile olduğu yerde donup kalmış, yaprak gibi titreyen bedeniyle tüm korkusunu gözler önüne sermişti. İşin kötü yanı ona ateşlenen silah değildi. İşin kötü yanı o silahı ateşleyenin Namjoon olmayışıydı.

" Jimin!"

Jimin duyduğu haykırış ile kendinden geçmiş gibi ağlamaya başlarken bulunduğu yere bir kurşun daha sıkılmıştı. Etrafındaki ,bende dahil,herkes ondan uzaklaşarak bir ağacın arkasına sığınırken ona yaklaşmaya çalışan tek kişiyi, yani beni hedef almıştı bir süre sonra namlular. Zira bu yüzden sığındığım ağacın arkasından çıkamaz olmuş, ardı ardına bulunduğum yere sıkılan kurşunlardan bir kaçının kolumu ve bacağımı sıyırıp geçişine engel olamamıştım. Kapana kısılmıştık...kapana kısılmıştık ve bu sefer bu işten sıyrılabileceğimizi düşünmüyordum.

İlk önce ağaçların arasından çıkıp gelen bir kaç adam yakalamıştı Jimin'i. Sonra ise aynı yerden çıkıp gelen başka bir adam dikilmişti korkuyla onu izleyen çocuğun karşısına. İlk önce tokat, sonra tekme atmıştı ufak bedene. Korkmuş genç yere serilmişti tekrardan, serilmiş ve serildiği yerde deli gibi korktuğu o adamdan ardı ardına tekmeler yemeye başlamıştı. Nefesi kesilmişti her tekmede. Nefesi kesilmiş ve dayısı olacak adamın ablasının acısını çekmesinden ötürü olsa gerek haykırarak öfkesini kusuşunu dinlemişti. Annesinden tut dayısına, dayısından tut köylüsüne, köylüsünden tut ona yabancı olan askerlere göre bile haindi o. Hain, onursuz ve ölmeyi hakeden bir piçti. Jimin'in kastettiği şey buydu işte. Elinde ölmek istemediği insanlardı saydığı herkes. Ben... Ben hariçtim ona göre bu insanlardan. Ben sözümü tutacak ve o insanların elinde ölmesine izin vermeyecektim ona göre.

Öylede yapacaktım... yerimden fırlayarak, bir grup adam tarafından ormanın derinliklerine sürüklenen gencin arkasından atılıp belkide ölüm fermanımı yazarak tutacaktım sözümü. Ardımda arkadaşlarımı bırakarak daldığım adamların arasında sıktığım sayısız kurşun ve attığım bir kaç yumruk sayesinde önümdeki kalabalığı yararak yerde yatan gencin yanına çöktüğüm anda aklımda olan tek şey buydu açıkçası. Buradan çıkamayacağımı bilmeme rağmen kucakladığım genç ile ayağa kalkıp zorluk çıkarmadan onlarla geleceğimi söylerken verdiğim söze yormuştum bu aptallığımı. Arkadaşlarımın haykırışlarını işitmiş, havada uçuşan kurşunların yerinden fırlarken çıkardığı o ölümü çağrıştıran sesini ise duyamamazlıktan gelmiştim. Sadece yürümüştüm işte. Şimdilik tutabildiğim sözün verdiği rahatlık ile enseme dayanan silahı umursamadan yürümüştüm onca yolu.

Jimin sıkıca yapışmış boynuma ağlıyordu. Özür diliyordu benden sürekli. Özür diliyor fakat minnettar olduğunuda belli edecek şekilde sarılıyordu boynuma. Bende onu sarıyordum. Sözümü tutmamın vermiş olduğu rahatlık ile yapıyordum bunu...kalbimin sesini dinlememin vermiş olduğu huzurla yürüyordum onunla bu yolu.

Ah güzel sevgilim. Ne çok ağlamıştın o gün. Küçük burnunu defalarca kez kazağının kollarına silmiş, o kısa anda boynumdan sıyrıldığın için benimle göz göze gelerek daha da mahvetmiştin kendini. Dudakların bir çocuk edasıyla büzülmüş, omuzuma yaslamaktan kızarmış olan çenen durmadan titremişti. Hıçkıra hıçkıra özür dilemiştin benden. Bunu yapmama gerek olmadığını söylemiştin. Fakat söylediklerinin aksine öyle sıkı sarmıştın ki beni...Kucağımdan seni koparıp alırlarken öyle direnmiştin ki bunu yapmama gerek olduğunu çarpmıştın yüzüme defalarca kez. 

O soğukta birbirimize sokularak yatmıştık o gece. Sen değil, bana olan mahcubiyetin konuşmuştu saatlerce. Sen konuşmaya başladığında ise kafamı kaldırıpta bakmadığım yıldızların güzelliğini farketmiş, burnuma günlerdir ilişen o hoş kokunun kaynağının saçların olduğunu, ve bizi kimin, neden ve niçin kaçırdıklarını anlamıştım. Bir kez daha hak vermiştim o gün sana. Bir kez daha emin olmuştum beynimde dönüp duran o şeyden.

Sen... sen masumdun...Ve bu dünyaya ait değildin sevgilim...

Sizce hızlı mı ilerliyorum yoksa tadında mı?

Betrayer Where stories live. Discover now