1.8

3.1K 214 84
                                    

Indila, Mini World.

Taehyung, Winter Bear.

*

Önümdeki bifteği iştahla yerken masadan kahkalar eksik olmuyordu ancak ne konuştuklarını kaçırmıştım. Hala onu düşünüyordum ve tam karşımda oturduğu için düşüncelerime negatif bir cevap bulamıyordum. Oydu. Bana mesaj atan, benim de içinde bulunduğum hayaller kuran, onca yoğunluğun içinde benimle konuşmayı seven... Buna inanmak çok zordu ancak hissediyordum, Jungkook'tu. Yarın başlayacak olan Paris konseri, iki günden oluşuyordu. Ona sormak istiyordum, rahatça konuşabilmek istiyordum ama öncelikle şu iki günün bir an önce geçmesi gerekiyordu. Kafasını karıştırmak istemiyordum.

"Tabağa o kadar aşkla bakıyorsun ki, sevgili olacağın adam için üzülüyorum Rosie. Her saatiniz mutfakta falan geçer heralde." dedi Jennie gülerek. Kaşlarımı çatıp kafamı kaldırdığımda önce Jungkook'la göz geldim, gülüyordu. Sesin nereden geldiğini algılayıp sağ tarafıma döndüğümde masadaki gülüşmeler artmıştı.

Gözlerimi kısarak baktığımda dudaklarını birbirine bastırıp önüne döndü. Elimdeki çatalı kenara bırakırken şarap bardağını alıp arkama yaslandım. Renée, içmeden gitmememizi söylemişti ve sonuç olarak araba kullananlar hariç herkes şarap içiyordu.

Omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde oturduğumdan beri ilk kez konuşuyordum, "Acıktım ne yapayım?" dedim sessizce. Yemeğe olan aşkımı kızlar dışında kimse bilmiyordu. Belki Jungkook, diye düşünmeden edemedim. Hakkımdaki her şeyi nasıl biliyordu, beni nereden tanıyordu bunları bilmek istiyordum. Konu yine ona gelirken gözlerimi devirip şaraptan birkaç yudum alıp bardağı yerine bıraktım.

"Benim eve geçelim isterseniz," dedi Renée aniden. Renée, güzel kızdı ve Fransız olması ona hayran olabilmek için yeterliydi. Tek problemimiz, İngilizce konuşuyor olmamızdı bizim açımızdan problem yoktu ancak onlarda Namjoon dışında İngilizce bilen yoktu.

"Daha rahat edersiniz, burası kalabalık." diye açıklama yaptığında ona hak veriyordum. Onlarla beraber haberlere düşmek en son isteyeceğim şeydi, başlarına bela olma istemiyordum. Çünkü çiftleri hiç düşünmeden açıklayan siteler oluyordu ve özel hayata hiç önem vermiyorlardı.

Namjoon, diğerlerine sorduğunda kabul etmiş olacaklardı ki ayaklanmışlardı.

Hesabı öderken ben yavaşça kenarda dikilen Renée ve Mark'ın yanına ilerledim. Merak ettiğim bir şey vardı.

"Jaehyun niye gelmedi?" diye sordum. Mark bana döndüğünde Renée gülümsemişti. Onun da anlaması için ingilizce konuşuyordum.

"İşleri vardı," dedi eli ensesine giderken. Siyah saçları vardı ve genel olarak siyah giyiniyordu. Renée ise kahverengi uzun saçlara sahipti ve aşırı zarif biriydi.

"Pardon," dediğinde ona döndüm. "Geleceksiniz değil mi?" dediğinde onaylar anlamda kafamı salladım.

Jungkook yanımıza geldiğinde Mark'la aralarında anlamadığım bir bakışma geçti ve en son dayanamadım.

"Telepati yoluyla mı konuşuyorsunuz?"

Jungkook bana döndüğünde ben zaten ona bakıyordum, kısa bir an afalladıktan sonra kaşları havaya kalktı. Uzun dalgalı saçları dağınıktı, siyah hoodiesi aynı renkte eşofmanı ve spor ayakkabılarına göz gezdirdim kısa bir an. Siyah şapkası elindeydi.

"Sen dışarıdan bakınca gayet sakin birine benziyorsun," dedi gözlerini kısarken. Sanki beni tanımıyorsun. O beni tanıyordu ama ben onun hakkında sadece fiziksel özelliklerini ve artı olarak birkaç şey daha biliyordum.

"Öyleyim zaten," dedim kollarımı göğsümde birleştirirken.

"Masada yediklerin neydi?" dedi şaşkınca, tepkileri sorusuna göre değişiyordu.

Mark araya girdi.

"Hyung, yedi paket rameni yiyebilen birinin bu soruyu sorması biraz saçma olmadı mı?"

"Bir bana bak," dedi eliyle vücudunu gösterirken. "Bir ona bak." dediğinde bu sefer beni gösteriyordu.

"Kaç kilosun, yirmi falan mı?"

Gözlerimi devirdim, bu olay bu sıralar fazla gündemdeydi.

"Kırk sekiz." dedikten sonra arkamı dönüp kızların yanına ilerledim. Muhtemelen Mark biliyordu, o bakışma çok saçmaydı. Üyeler de biliyor olabilirdi, her şey olabilirdi. Oylayarak çantamı sandalyeden alırken dışarı çıkmıştık.

"Evi buralarda bizi takip edersiniz." dedi Mark hepimize bakarken. Onlar ilerlerken Taeyong da onlarla beraber gidiyordu. Arabalara aynı şekilde dağılırken telefonumu çıkarttığımda birkaç mesaj olduğunu gördüm. Göz ucuyla yanımda oturan Jungkook'a baktığımda başını geriye atmış bir şekilde sadece duruyordu, gözleri kapalıydı.

kjjkjj : yemek yedin mi?

kjjkjj : yemek yemeyi sevdiğini biliyorum
(18.52)

parkrosie : yedim

parkrosie : sen de yedin mi

✔(19.26)

Sadece iletilmişti. Herhangi bir bildirim sesi veya titreşim beklerken onlar da yoktu. Kendini iyi gizliyordu. Telefonu çantama geri koyup camdan dışarı baktığım an bir binanın önünde durmuştuk. Hepimiz aynı anda inerken, bu kadar kalabalık bir şekilde rahatsız edebileceğimizi düşünmeden edemedim. On iki kişiydik, Mark'ın çoğunlukla burada olduğunu düşünürsek o da ev sahibi sayılırdı. Sırayla binadan içeri girerken aynı şekilde merdivenleri çıkmış ve içeri girmiştik.

"Ev biraz küçük ama, sığabileceğimizi düşünüyorum."

Oturma odasına girerken evin ne kadar şirin olduğunu düşündüm, ev gibi hissettiriyordu. Uzun zaman sonra böyle hissediyordum. Şöminenin dibine çökerken üşümüş olduğumu yeni fark ediyordum. Sosyal medya hesapları yeni fotoğraflarla güncellenirken, uzun zamandır atmadığımı fark edip bende çekilen fotoğraflarıma baktım. Onlar düzenli olarak Twitter kullanıyorlardı, bir ara çoğuna bakmıştım.  Herkes içeri doluştuğunda koltuklara sığamadıkları için ortadaki masayı çekip yere çökmüşlerdi ve böylece kahve eşliğinde ikinci sohbet konusu açılmıştı.

jamais vuWhere stories live. Discover now